Önümde upuzun bir yol vardı kat edeceğim. Etrafında bahar gelmiş bahçelerle çevrili upuzun bir yolun ilk adımlarıydı bu. Başıma bahar sarhoşluğunu andıran bir mutluluk oyunu gelip yapışmıştı. Adım attıkça içimde bahara renk katan onlarca hayal, bir masalın en tatlı sonu gibi tahayyülümde yer ediyordu. Beni böylesine meftun eden bu kokuların sahibi çiçekler hem gözlerimi hem de ruhumu doyuruyordu. Olduğum yerde durdum. Gözüme takılan o minik çiçeğin adını hatırlayamasam da kokusunu diğer çiçeklerden farklı bir şekilde ayırt edebiliyordum. Uzun uzun bakmanın verdiği hazzı sonuna kadar yaşadım. Hayatta her şeye sahip olabileceğinin farkında bir eda ve sahip olma güdüsüyle ona yaklaşmaya başladım. Onun bundan haberi olması imkansızdı. Ona yaklaşırken ta ki elim onun ince bedenine dokunana dek farkında olmadan hayatını yaşıyordu. Tıpkı eski bir öğretide okuduğum gibi dünyada var olan hiçbir şeyin kendisi için var olmadığı gerçeğini kanıksayan bu çiçek, varlığını doğanın sonsuzluğuna teslim etmişti.
Yola tekrar çıktığımda bu kez ruhumdaki güzel çağrışımlar bir kibrin de etkisiyle yüzümde o sahip olma duygusunu açığa çıkaran bir gülümsemeye sahipti. Evet, her şey bir başkası için vardı. Ancak o çiçeğin yeri benim ceketimin göğsünde var olmak mıydı? Bunu o da bilemezdi. Taktığım çiçeğin o hazzıyla adımlarımı daha bir emin atıyordum. O kokusunu devam ettirebilmenin ve hatta hayata tutunabilmenin derdindeyken ben bir mutluluk oyununun adım adım esiri olarak yoluma devam ediyordum.
Sağa sola bakmak yerine artık sadece çiçeğin varlığına odaklanmış ve çevremdekilerin bu çiçeğe verecekleri tepkiyi merak eder olmuştum. İş saflığından çoktan çıkmıştı. Çünkü bizler de varlığımızı o eski öğretideki gibi, doğadaki her şeyin bir başka şey için var olması gibi, bir başkasının ne diyeceği veya ne düşüneceği üzerine kurmuştuk.
Kibrin boğduğu damarlarımda ufak ufak hareketlenmeler hissetmeye başladım. Bunun sebebi aşikardı. Çünkü o direktifleriyle yaşamımızı belirleyen bir başkasının vereceği ilk tepkiyle karşılaşmak üzereydim. İlk tepki bir çiçeğin bile varlığını göremeyecek kadar kör biri ile karşılaşmış olduğumdan kolay geçti. Ancak ondan sonraki her adımımda bu çiçeğin tutsaklığına girdiğimi anladım. Önce gülüşmeler sonra kulaktan kulağa fısıldaşmalar ve en sonunda ise benimle alay etmeye kalkan diğerleri… Bir çiçeğin yeri değildi bir ceketin göğsü. Bunu bildikleri için değildi bana bakışlarındaki alaycı tavır. Onların bu tavrı benim aslında onların sıradanlığına vurduğum dev bir balyozu kabullenemeyişleriydi. Ancak bu tesiri zayıf ve etkisi az bir balyozdan başka bir şey değildi.
Yolumun sonuna geldiğimde kapıdan adımımı atmadan elimi göğsüme koydum ve çiçeği elime aldım.
“Bugün ikimizde yenildik. Sen bedenine dokunmama izin vererek yenildin, bense senin eşsiz varlığınla onların dünyasını yıkabileceğim umudunu taşıyarak. Ama vahim olan şu ki ben senin bu hale gelmeni sağlarken artık geri dönüşü olmayan bir yola soktum seni. Belki gün aşırı olmadan kuruyup, unutulup gideceksin. Ben ise bir yandan seni öldürmenin hezeyanı diğer yandan da bu sıradanlığa engel olamamanın acısıyla yaşamaya devam edeceğim. Özür dilerim.”
Onu son kez kokladım ve çimlere doğru attım. Düşerken yüzüme alaycı bir tavırla baktığını hissettim. Yüreğime son kez bir bıçak daha saplamıştı giderken. Gideceğim yere vardığımda herkes farklı ve güzel bir kokum olduğunu söyledi. Bense sırrımı kendim bile unutarak tekrar kibir maskemi taktım. Gülümsedim.