William Shakespeare’in dört yüz yıllık eseri Macbeth bir kez daha beyazperdede. 2011’in festival hitlerinden Snowtown’ın yönetmeni Avustralyalı Justin Kurzel’e emanet edilen yapım Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışmıştı.
Serkan Çellik
Shakespeare uzmanı olmadığım için filmin temel alınan eserle bağını ya da farklılıklarını ele alarak haddimi aşmayacağım. Macbeth’in pazarlanma şekliyle ilgili dertlerim var. Reklamın ve reklamla yaratılan algının siyasetten ticarete, bireysel sahtekarlıktan insan iç dünyasına her şeyi şekillendirdiği günümüzde; elbette bir ürünün tanıtımı çok önemli. Yeni Macbeth uyarlaması da vizyona girmeden önce görsel becerisiyle övülen bir film oldu. Bu sayede seyirci çekmek kolay yöntem olabilir ancak gideceği filmi fragman ya da imaj görerek seçen kitleyi memnun etmesi zor.
Açılış sekansı filmin en çok emek harcanan ve geri kalanı için belirleyici görsel işitsel kodlarla tanıştırıldığımız bölümü. Birden fazla renk paletinin ve filtrenin kullanıldığı savaş sahnelerinin kare kare modern kurgu anlayışıyla bir araya getirildiği bölüm, şiirsel dış ses ve etkileyici olması beklenen müzikle desteklenmiş. Peki, gerçekten etkileyici mi? 300 Spartalı (300), Yüzüklerin Efendisi (The Lord of the Rings), hadi sinemayı bir kenara bırakalım; Spartacus ya da Vikings dizilerinde olmayan ne var bu bölümde? Hiçbir şey. Saydıklarımız arasında en zayıf prodüksiyon Vikings, onun bile herhangi bir bölümü Macbeth’den görsel anlamda daha doyurucu.
Film, açılıştaki savaştan kapanıştakine dek bir daha böyle sahneler sunmaya girişmiyor. Sondaki savaş zaten baştakinden çok daha ufak ölçekli ve iki kişinin mücadelesi üzerine kurulu. Yani görsellerin peşine takılıp salona giren izleyicinin hayal kırıklığı yaşamaması mümkün değil. Öte yandan, diyelim ki bu bir pazarlama taktiği ve bu efsanevi trajediyi izletmenin başka yolu yok. O halde seyirci salona girmişken onları edebiyattan beslenen öyle bir sinema diliyle sarın ki, ne izlemeye geldiklerini unutup Shakespeare hayranı olarak dışarı çıksınlar. İşte o zaman pazarlama aldatmacalarına göz yumulabilir ama o da yok. Michael Fassbender elinden geleni yapmış olsa da perdede yapayalnız. Marion Cotillard çok kötü, yardımcı oyunculardan öne çıkabilen yok, senaryo cılız. Hikayeyi kapalı mekanlara ve oyuncu yüzlerine hapseden yönetmen Justin Kurzel’in çerçeveleri umut kırıcı. Bu tarz filmlere soyunan herkesin, kendi dilini ortaya koyacak yeteneği yoksa tabi, Shekhar Kapur filmlerini izleyerek ufkunu genişletmesi lazım belki de.
Sonuç olarak Macbeth; sis makinelerinin rengarenk filtrelerle birlikte başrolde olduğu, 2015 yılına çok şey izleyerek ulaşmış seyirciyi etkilemesi mümkün olmayan, Fassbender’in bataklıkta bile parlayabilen bir oyuncu olduğunu hatırlatmak dışında işlevsiz bir yapım.
Macbeth
Yönetmen: Justin Kurzel
Senaryo: Jacob Koskoff, Michael Lesslie, Todd Louiso
Oyuncular: Michael Fassbender, Marion Cotillard, Sean Harris
2015 / BK-Fransa-ABD / 113 dk.