Siyah ile beyaz arasındaki uçuruma göndermede bulunmayı ilahi bir görevmişçesine üstlenen Hollywood modern dünyanın buna bir dur demesinden korkarak geçmişe sığınmaya devam ediyor. Beyazın yalnız insanlığın değil tüm dünyanın hükümdarı olduğunu hatırlatan ormanların kralı Tarzan’ın devam filmi “The Legend of Tarzan” (Tarzan Efsanesi) da metaforlar ve göndermelerle uğraşmak yerine lafı kısa kesip sözü beyazın üstünlüğüne getiriyor.
Bir devam filmi, sequel olan “Legend of Tarzan” asıl adı Lord John Clayton olan Tarzan’ın ormandan çıkıp İngiltere’ye geldiği, İngiliz gelenek ve görenekleriyle tümüyle bütünleştiği bir dönemde geçiyor. Belçika Kralı Leopold III’ün sağ kolu olan Leon Rom’un (Christoph Waltz) Belçika sömürgesi altındaki Kongo’da kurmaya çalıştığı hakimiyeti ve altın arayışını anlatan hikayede Tarzan kabile liderlerinden birinin takıntısıyla Kongo’ya getirilerek hikayeye dahil oluyor. Vahşi ormanlar, yırtıcı hayvanlar, köleler ve geriye dönüşlerle dolu film Afrika kıtasının kutsal kahramanı Tarzan’ın bir an bile kuşku uyandırmayan zaferiyle sonlanıyor.
“Tarzan Efsanesi”, adıyla modern dünyaya adapte olan Tarzan’ın dönüşünü müjdelemenin yanı sıra bir taraftan da Tarzan’a liderlik anlamı taşıyan “kaptan”vari (Captain America’da olduğu gibi) bir nitelik kazandırıyor. Beyazın yarattığı sorunları yine bir beyazın çözümlediği birçok hikayede olduğu gibi burada da Afrikalılar bir başına hareket edemeyen, ilkel güdülerince hayatlarını sürdüren varlıklar olarak gösterilmeye devam ediliyor. Özel bir sebepten Tarzan’a nefret besleyen kabile liderinin bu intikam duygusuyla zaten olmadığı ima edilen düşünme yetisini kesin olarak kaybettiği ve bu ilkel (ya da filmin kastıyla cahilce) yaklaşımıyla kendi “ırkını” nasıl tehlikeye attığı aktarılıyor. Tarzan’ın liderliğini kabul eden ve ona tapan diğer kabile de doğru yolun aydınlanmış olanlara boyun eğmekten geçtiği mesajını iletmeyi ihmal etmiyor. Yine “kardeşini” kurtardığı sahnede güçlü olmanın (kalabalık orduların) ya da savaşmanın değil ilkellikten uzak durmayı ve hayatta kalmayı başarmanın önemini vurguluyor.
Aynı Almanların I. ve II. Dünya Savaşı hezimetlerinde olduğu gibi tarihsel süreçte yenik düşüp bugünlere gelememiş devletlerden, oluşumlardan bugünki düzenin kudretine atıfta bulunan Hollywood savaşlara, katliamlara, ötekileştirmelere rağmen yine de beyazın her şart ve koşulda siyahtan üstün olduğunu öyle de ya da böyle belirtmekten kaçınmıyor. Tüm suçu “çürüklere”, bugünkü sistemin koruması altında dünyadan silinenlere atarak da kendini temize çıkarıyor, Afrika ve Amerika kıtalarında yaşananları meşrulaştırıyor. Laf arasında Amerika’da yaşananların pişmanlığını ifade etse de onları medeniyete ulaştıranın tarihlerindeki soykırım olduğunu da kabul etmiyor değil.
“The Legend of Tarzan” (Tarzan Efsanesi) 21. yüzyılda devam eden ırkçılığın, medeniyetin ulaştığı son nokta olarak gösterilen Amerika’da devam eden siyah – beyaz ayrımının nasıl oluştuğunun daha doğrusu ayrımcılığın nasıl hala ortadan kalkmadığının kanıtlarından biri. Hollywood bu tutumdan vazgeçmedikçe de (ve daha birçok alandaki yaklaşımlar değişmedikçe) ayrımcılık ortadan kalkmayacak, her gün lanetlense de acılar yaşatmayı sürdürecektir.
Not: The Guardian’dan Steve Rose “the white man in jungle” başlıklı yazısında beyaz ve siyah arasındaki ilişkiyi orman ekseni etrafında Tarzan filmi bahanesiyle ele almış. Çok güzel bir yazı, tavsiye ederim.