Cannes Film Festivali’nde gösterilen filmleriyle ismini dünya çapında duyuran Meksikalı yönetmen Michel Franco 54. Uluslararası Antalya Film Festivali’ne Belirli bir Bakış bölümünden Jüri Özel Ödülü alan filmi Nisan’ın Kızları (Las hijas de Abril) ile konuk oldu. Üç nesilden aynı ailenin kadınlarını anlatan filmin Türkçe isminin de İngilizce isminin de (April’s Doughter) hatalı olduğunu söyleyerek başlayabiliriz söze. Filmdeki başkarakterin ismi Abril yani Nisan. Özel isimleri olduğu gibi bırakıp Abril’in Kızları demek daha az şık fakat daha doğru olabilirdi.
Bir kıyı kasabasında annelerinin evinde yaşayan iki üvey kız kardeşten reşit sayılmayacak kadar küçük olan Valeria 17 yaşındaki erkek arkadaşı Mateo’dan hamile kalıp okulu bırakır. Aynı evi paylaştığı maddi manevi destekçisi üvey abla Clara yedi ay dayandıktan sonra gücü kalmadığına karar verip banka hesabı sayesinde tatlı hayat yaşayan annelerine durumu haber verir ve Abril kızlarının yanına gelir. Bebeğin de doğmasıyla üç nesilden kadın birlikte yaşamaya başlar.
Filmden sürpriz bozan vermeden bahsetmek güç, o nedenle izlemeden önce ne kadar az şey bilirseniz o kadar iyi; karşılaştığımız bu harikulade filmi bu yazı da dahil hiçbir şey okumadan görmenizi tavsiye ediyorum.
Karşımızdaki bir kadın filmi fakat öncelikle erkek karakterlerden bahsetmek istiyorum. Mateo’nun babası oğlundan bir baş uzun, iri yarı, eşine iyi davranıyor, bir otel işletiyor ve oğlunun yaptıklarını desteklemediği için ona sessizce hayat dersi vermeye koyuluyor. Küfür etmeden, dövmeden, hiçbir şey yapmaya zorlamadan oğlunun kararlarının sonuçlarıyla yüzleşmesini izliyor. Bir babadan alıştığımız ya da görmeyi beklediğimiz davranışlar değil bunlar ancak karakterin özgünlüğü izleyicide saygı uyandırıyor. Valeria’nın babası ise yeni bir aile kurmuş, Abril’i hayatından tamamen çıkarmış ancak hırçın kızı yardım isterse etmeye hazır şekilde bekliyor. Gördüğümüz tek sahne sayesinde onun da güçlü ve mesafeli bir erkek olduğunu anlayabiliyoruz. Kız arkadaşı hamile kalınca okulu bırakıp var gücüyle para kazanmaya çalışan 17 yaşındaki Mateo ise filmin en fazla ekran süresi olan erkek karakteri olmasına rağmen yönetmen tercihiyle yüzünü en az gördüğümüz. Ya arkası dönük ya saçı engel oluyor ya da ters ışıktan gölgede kalıyor. Yönetmenin “Boy Toy” olarak tasarladığı, en temel erkeksi dürtüler dışında fikri olmayan Mateo filmdeki üç kadının (Abril, Valeria, bebek) elinde oyuncak olan bir erkek güzeli olarak varlık gösteriyor.
Kırtasiyede çalışan üvey abla Clara mutsuz, kilolu ve yalnız. Sabahları güzel kız kardeşinin onu çok seven erkek arkadaşıyla yaptığı seks sırasındaki iniltileri dinleyerek kahvaltı hazırlıyor. Sessiz, kaderine razı, hiçbir şeyi değiştirmeye gücü ya da cesareti yok. Annesinin zoruyla diyetisyene gitmek gibi şeyler yapsa da kendinden çoktan vazgeçmiş bir kronik kaybeden o. Valeria ise aksine hırçın, kendi ayakları üzerinde durmak isteyen, güçlü, aksi, kimseye eyvallahı olmayan bir genç kadın. Durumunu kucaklayıp elindekiyle mutlu olmayı da biliyor ancak ihanetin nerden geleceğini kestiremiyor. Abril ise istediğini elde etmek için her şeyi yapan, kalbinde iyilik kadar kötülük de barındıran, tahmin edilemez bir kadın. Çağdaş sinemanın onun gibi unutulmayacak daha çok kadın karaktere ihtiyacı var.
Karakter çözümlemesine bir son verirsek, elimizde filmin özgün senaryo ödüllerine boğulmayı hak eden entrikası dışında pek bir şey kalmıyor. Yani karşımızdaki film iyi yazılmış çok boyutlu karakterlere sahip, iyi çekilmiş ve oynanmış özgün bir kurgu ancak felsefi yanları, film analizlerine konu edilecek derin katmanları yok. Hayatınızın filmini izleyeceğinizi düşünmeden orijinal senaryo açlığınızı gidermek içinse bire bir. Mutlaka görülmeli.
Filmin Notu: 8/10