Paris’te, Fransa Ulusal Kütüphanesi depolarında dünya tarihinin en olağan dışı belgelerinden biri bulunmaktadır. Kendi ölümü ile sonuçlanan Jeanne d’Arc davasının kayıtları… Yargıçların soruları ve cevapları tam olarak kaydedilmiştir.
Filmin açılış cümleleri… Görünen o ki; izleyeceğimiz film aynı zamanda belgesel niteliği de taşımakta.
Sinemanın henüz sese kavuşmadığı dönemlerde bir mahkeme sahnesi çekmenin güçlüğünü tahmin etmek zor olmasa gerek. Ancak bir filmi tümüyle mahkeme sahneleri üzerine kurmak tahminlerin de üzerinde şaşırtıcı olacaktır. İşte 1928’den miras La Passion De Jeanne d’Arc, birçok üstünlüğünün yanında belki de en çok bu başarısıyla tarihin en iyilerinden olmayı hak ediyor.
Neredeyse tamamına yakını mahkeme salonunda geçen bir filmin güç kaynağı nedir? Elbette ki sözcükleridir. Oysaki Carl Theodor Dreyer, böylesi bir filmde en önemli silahlarından biri olan sözlerden mahrum olarak hikâyesini anlatabilme başarısını gösterebiliyor. Sessiz sedasız bir mahkeme filmi yapmak ne kadar güç ise Dreyer de aynı cüssede güçle sessizliğe meydan okuyor ve gerek Jeanne d’Arc’ın gerekse yargının iki dudağı arasından çıkacaklardan vazgeçmemizi istiyor. Bizden, olanı biteni sadece gözlerden ve mimiklerden okumamızı talep ediyor.
Oldukça hüzünlü bir hikâye bu… Özetle; Jeanne d’Arc, 1337’de başlayıp 1453’te bittiği kabul edilen ve Yüzyıl Savaşı olarak adlandırılan savaşlar dizisinin bir bölümünde varlık gösterir. İngilizlere esir düşer ve yakılarak öldürülür. Sebebi ise Tanrı’yla konuştuğunu iddia etmesidir. Oysaki Jeanne’ın tek istediği İngiliz işgali altındaki ülkesini kurtarmak, İngilizleri Fransa’dan çıkarmak ve savaşı sona erdirmektir. Erkek kılığında savaşa fiilen katılacak yürekliliği gösterir. Veliahdın karşısına çıkarak: “Ben sana ve senin krallığına yardım etmek için Tanrı tarafından gönderildim.” diyebilecek kadar kendi gerçeğine inanır. Yönetmen ise yargılama öncesinde olanların ayrıntılarını araştırmayı bize bırakır ve sessizce yargı sürecine tanıklık etmemizi ister.
Yönetmen, eserini Fransız Milli Müzesi’nde korunan mahkeme kayıtlarına dayandırarak oluşturur. İlginçtir ki Jeanne d’Arc’ın çilesini anlatmak Dreyer için de çileli bir süreç başlatacaktır. Film, gösterimden hemen önce sansürle karşı karşıya kalır. Talihsizlikler birbirini kovalamaya devam eder ve orijinal negatifler bir yangında yok olur. Dreyer kurguda atılmış fazla negatifleri bir araya getirerek yeni bir film hazırlar. Lakin talihsizlikler peşini bırakmayacak ve elindeki bu negatifler de yangında yok olacaktır. Ancak 1981 yılında bir mucize gerçekleşir. Filmin eksiksiz bir kopyası Oslo’da ki bir akıl hastanesinin depolarında bulunur. Bulunan kopya 1985 yılında restore edilir ve 1994’de Richard Einhorn tarafından film için “Voices of Light” (Işığın sesleri) adında bir oratoryo bestelenir. Nihayet La Passion De Jeanne d’Arc tüm çilelerinden sonra izleyici ile buluşabilecektir.
Hatırı sayılır süresine ve sessizliğine rağmen filmin çekim gücüne kapılmamak imkânsız olsa da… Maria Falconetti’nin ağlayan yüzüne bu kadar uzun süre odaklanmak veya inandığı gerçeğine bu denli safça bağlı kalmasına tahammül etmek izleyici için oldukça zor. Bu elbette ki filmin kusuru değil fakat ilerleyen dakikalarda rutine bağlanan bir durum ve hafif de olsa filmin temposunu zedeliyor. Bunun yanı sıra izleyiciyi bu kadar sömürmesi, Jeanne d’Arc’ı bu denli acınacak insan konumuna alması da zaman zaman sinir sistemimize derinden etkiler yapıyor, hatta izleyicinin onunla gurur duymasını engelleyerek Jeanne için acı çekmesine sebep oluyor. Lakin yönetmenin hedefi son dakikaya kadar Jeanne d’Arc’ın çilesine kayıtsız kalan toplumu, eseri aracılığı ile cezalandırmak ise bu noktada başarısı inkâr edilemez.
Yazarınız olarak üzerine birkaç cümle kurmaya çalışsam da hiçbir cümle filmin gücünü dile getirmeye yetmeyecektir, yalnızca keyifli seyirler…