Yetmişli yılların başında Holywood’daki en önemli krizi kadın bağımsızlığı ve cinselliği oluşturuyordu. “Jaws” ve “Şeytan” (“The Exorcist”) gibi filmlerde billurlaşan bu kriz, feminizmin kamusal liderliği tehdit etmesini konu edinir. Korku literatürünün üzerinden yaklaşık yarım asır geçmesine rağmen hala bu krizin izlerini taşıdığını söylemek mümkün. İşte bizde bu hafta vizyona giren, “The Devil Inside” ve “Stay Alive” filmlerinden tanıdığımız William Brent Bell’in yönettiği “Lanetli Çocuk” (“The Boy”) da bu krizin bir mahsulü aslen.
Hikaye basit: Greta adlı kahramanımız şehrin dışında bir malikanede yaşlı bir çiftin çocuklarına dadılık etmek üzere işe başlar. Fakat ortada olağandışı bir şey vardır; çiftin Brahms adını verdikleri çocuk devcileyin bir oyuncak bebektir! Sağlıklı olmadığını anladığımız yaşlı çift yıllar önce çocuklarını kaybetmiş ve bu bebeği onun yerine sayagelmişlerdir. Görünüşte saçma olan işi para için kabul eden Greta, yaşlı çiftin tatile çıkmasıyla birlikte bu bebekte bazı değişiklikler fark etmeye başlar.
Yaşlı çift, tatile çıkmadan önce Brahms’ın bakımı için bir liste bırakıyor Greta’ya, bu listenin ilk maddesi özellikle dikkat çekici: “konuk yok.” Greta’nın malikaneye sevgili getirmesini kast ediyor elbette bu madde. Zaten olaylar rayından tam da Greta’nın eve erzak getiren Malcolm adlı erkekle yakınlaşmasıyla başlıyor. Bu yakınlaşma Greta’nın babaerkil yasayı çiğnemesi anlamına gelir. Sonraki dakikalarda Greta’nın bir ilişkiyi bitirip buraya geldiğini öğreniriz. Üstelik de bir çocuğu vardır! Bingo! Ailenin çözülmesine karşı duyulan endişenin metaforudur Brahms tam olarak. (Geçtiğimiz hafta izlediğimiz “Korku Seansı 2”deki ailenin de ‘babasız’ bir aile olduğunu unutmayalım. Tuhaf olayların o aileyi bulması sürpriz değildir.)
Spoiler vermemek için yorulmaya hiç gerek yok. “Lanetli Çocuk”, başta kültleşen “Chucky” olmak üzere “Annabelle” vb. gerilim denemelerinin izinden giden bir yapım. Fakat “Lanetli Çocuk”ta tam olarak bir ‘nesnenin canlanması’ndan söz etmek mümkün değil. Tür olarak da okultten dramaya, oradan da slasher’e evrilen bir skalası mevcut filmin. Son bölümüne doğru bu ‘şaşırtmaca’ların biraz suyu çıksa da film boyunca seyir zevkinden ödün vermiyor pek film.
Girişiyle eski usul (daha çok 70’ler) korku filmlerini anımsatan “Lanetli Çocuk” okult kanalından ayrılmasaymış daha kayda değer bir deneme olabilirmiş bana kalırsa. Senaryonun yapısal olarak güçlü çatılmış olmaması, bazı mantık hataları ve şaşırtıcı olmak uğruna verdiği ödünler “Lanetli Çocuk”u çaptan düşürmüş son tahlilde. Fakat her şeye rağmen görsel efekte yüz vermemesinin de filmin artılarından biri olduğunu belirtmek gerek.