Bu akşam yola çıkıyorum. İstikamet Antalya ve Altın Portakal Film Festivali. Üstelik epey forslu gidiyorum bu sefer festivale. Son dakika değişikliği neticesinde (Ali Hakan festivale katılamayacağını belirtmiş) bir anda Uluslararası Yarışma’da SİYAD jürisi oluverdim. Sağolsun, Ali Hakan’ın hep faydası olmuştur bana. Büyüyüp mühim bir adam olduğumda kendisine benim de bir faydam dokunur inşallah.
Zorlama olmuş biraz sankim?
Festivallere üç türlü ulaşım olur İstanbul’dan. Uçakla ya da (uçak sevmeyenler için) otobüsle ya da (bu sene Adana Film Festivali’ne gelirken bazı Kerouac sever sinema yazarlarının yaptığı gibi) dolmuşla… Dolmuş koseptini açarsak: bir sinema yazarı arabasını alır, öne 1 arkaya 2 sinema yazarını bindirir yola çıkarlar. Açıkçası benzin masrafını karşılayabilecek olsam ben de arabamla gitmeyi tercih ederdim. Ama bir sinema yazısı karşılığı bir depo benzin parası kazandığım gün bunu yapacağım, söz.
Yine de düzene karşı bir başkaldırı hareketinde bulunmadım sanmayın tabi. Dar gelirli olsam da her daim maceraperest, isyankar ve karizmatiğim. (Uppps, sonuncusu ağzımdan kaçtı. Oysa söz vermiştim alçakgönüllü olacağım bu kez diye.) Dedim ki bana uçak mı, ototbüs mü diye soran festival yetkililerine… Tren!
Şaşırdılar tabi önce. Telefonun diğer ucunda bir açıklama için meraklar içimde kıvranan görevlinin görüntüsü geldi gözümün önüne. Bir an için yarattığım esrar perdesinin ve çaresizce kıvranan kurbanımım benim tasavvurumdan ibaret görüntüsünün tadını çıkardım. Sonra:
“Burdur’a kadar trenle, oradan da otobüsle geleceğim.”
Böyle bir organizasyona hazırlıklı olmayan karşı tarafta oluşan panik dalgasını biletleri kendimin alabileceğini söyleyerek bastırdım. Kendime güvenli tavrımın nedeni yıllar önce aynı güzergahı kullanarak Pamukkale Ekspres ile Güney’e tatile gitmiş olmamdı.
Çarşamba günü biletleri almak için Bostancı’ya gittim. Sıram geldiğinde Burdur’a gitmek istediğimi belirtip Pamukkale Ekspres için bilet talep ettim. Gişedeki adamın söyledikleri senaryosunu benim yazmakta ısrarlı olduğum bu filmi toptan değiştirecek nitelikteydi.
“Pamukkale Ekspresi sefer kaldırıldı. İki sene oluyor…”
Festival irtibat bürosunda çaresizlik içinde kıvranırken bıraktığım o görüntü artık nereden haber aldıysa zınkkk! diye bitiverdi gözümün önünde. Ama bu kez çaresizlik içinde kıvranmıyor kahkahalarla gülüyordu. Kahkahalar değil de kahkaha diyelim daha doğrusu, çünkü o kısa ve şeytani kahkahası tekrar tekrar başa sarılıp yeniden dinletiliyordu bana. Aynı tonda, aynı şiddette birbirinin tıpa tıp aynısı kahkahalar… Durmaksızın… Sabitlenen kahkahaların tam aksine görüntü bir o kadar oynaktı. Beynimdeki hayali kamera habire zum yapıp o uğursuz yüze, sonra geri çekiliyor. Zumlardan birinde küçük dilini açı seçik görüyorum sabık kurbanımın.
Ne gülüyon ol’m?
Neyse… Kendime geldikten sonra otobüs talebimi ilettim. Sağolsunlar hallettiler… Gece bir “Yunus idir, Hıdır idir” tadında “Ulusoy idir, Varan idir, Setra idir, Neoplan idir” krizi yaşadık ama aşmayı becerdik. (mi?)
Netice… Varan 8.30 otobüsüyle yolcudur Landlord. Antalya’dan olabildiğince yazmaya çalışacağım ama jüri programı acayip yüklü. Yoksa sanmayın ki Hillside Su’da havuz başında siesta yapıyorum. Ha, biri size yaptığımı ispiyonlarsa, yanlış fikre kapılmayın konuklardan biriyle röportaj ayarlamaya çalışıyorum ben o sırada, şimdiden söyleyeyim.