Sinemanın gelişmeye başladığı ilk yıllarda film senaryoları, klasikleşmiş edebiyat eserlerinden etkilenmiştir. Özellikle Amerikan sinemacılığının uyguladığı ve hala geçerli olan bu kural (günümüzde tersi de geçerlidir) Cumhuriyet sonrası dönemde yayımlanan Canavar Frankenştayn serisinde de benzer şekilde karşımıza çıkmaktadır.
Fatih Danacı
Şöyle ki; N. Erman (Nazmi Erman), Mary Wollstonecraft Godwin Shelley’in klasikleşmiş Frankenstein; Or, Modern Prometheus romanı ve ülkemizde de gösterime giren Universal’ın Frankenstein uyarlamalarından bariz bir şekilde etkilendiği aşikâr olan sekiz kitaplık bir seri yaratmıştır. Her kitabı ise haftalık yayımlanan 16’şar sayfalık on paralık roman niteliği taşımakla birlikte renkli kapaklıdır. Böylece N. Erman, filmlerin konusunu harmanlayarak bambaşka bir seri ortaya çıkarmıştır.
İlginçtir ki, Frankenstein uyarlaması Giovanni Scognamillo tarafından 1971 yılında da Milliyet Kara Dizi‘si içerisinde Frankenstştayn adıyla yayımlanırken 29 yıl sonra Frankenstein’ın Laneti adıyla tekrar basılır . Scognamillo ise bu kitabı yazarken The Curse of Frankenstein (Frankenştayn’ın Laneti, 1957) filminin senaryosundan istifade eder. Scognamillo’nun bu girişimi 1971 yılındadır, Canavar Frankenştayn serisi ise 1944 yılında yazılmıştır. Akla şu soru gelir ki, Scognamillo N. Erman’ın formülünü mü uygulamıştır? Ancak Scognamillo’nun kitaptan haberi yoktur. Zaten bu durum da tarihimizde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
“Canavar Frankenştayn” serisi toplam sekiz kitaptan oluşmaktadır ve “Her Kitap Farklı Bir Romandır” başlığıyla satışa çıkmıştır. Serinin en ilgi çekici yönlerinden biri ise kapak tasarımlarıdır. Firuz tarafından çizilen kapaklar her bir kitabın adını ve öyküsünü özetleyecek şekildedir. Seri ise “Kaçırılan Ölü” ile başlar “İgor’un Şeytaniyeti” ile sona erer:
Kaçırılan Ölü
Korkunç Bir Gece
Ölüm Ekspresi
Gizli Oda
Mezardan Gelen Ses
İsimsiz Ada
İkinci Dünya
İgor’un Şeytaniyeti
*
Kaçırılan Ölü serinin ilk kitabıdır ve serinin merkezinde yer alan Güstav adlı müddeiumumi (savcı) ilk kez karşımıza çıkar. Güstav, Almanya’nın Branburg kasabasındaki artan ölümler ve kasabanın polis şefinin kaybolması üzerine görevlendirilmiştir. Hikayenin dinamizmini arttırmak ve bir çeşit hafiye romanına dönüştürülmesi amacıyla öyküye eklenmiş olması muhtemelen olan Güstav (orijinal romanda polis ya da benzeri bir karakter yoktur) kasabanın cinayetlerden sorumlu tuttuğu Frankenştayn adlı canavarın peşine düşer. Araştırmaları ve kasaba halkının yönlendirmesi sonucunda perili olduğu, geceleri içinde iskeletlerin dolaştığı ve Frankenştayn’ın yaşadığı söylenen İskelet Şatosu’na gider. Orada ise canavar ile karşılaşır. Ancak aslında karşılaştığı kişi canavar maskesi giyen kayıp polis şefidir. Polis şefinin bu gizli emelinin amacı Frankenştayn’ın yoldaşı olan İgor’u yakalamaktır. Çünkü Frankenştayn söylentileriyle birlikte İgor’un da ortaya çıkacağını düşünmektedir.
Orijinal Frankenstein romanında kambur bir karakter olan İgor (Ygor) yoktur. İlk defa Frankenstein (Frankenştayn, 1931) adlı filmde Dwight Frye benzer bir karakteri canlandırır. Ancak Frankenştayn’ın canavarına delice bağlı olan bir kambur İgor ilk kez Son of Frankenstein (Frankenstein’ın İntikamı, 1939) filmiyle gündeme gelmiştir. N. Erman da canavara obsesif bir şekilde bağlı olan bir yardımcıyı yaratırken bu filmden esinlenmiştir. Aynı film (Son of Frankenstein) seri boyunca karşımıza çıkan Güstav’ın da (kimi yerde hafiye kimi yerde savcı olarak belirir) esin kaynağıdır. Çünkü Lionet Atwill‘in oynadığı bir polis şefi ilk kez bu filmde yer almıştır.
Her ne kadar serinin ilerleyen kitaplarında gotik mekan tasvirleri azalsa da ilk kitap, korku atmosferini mekan vurgusuyla sağlamaya çalışır. Frankenştayn’ın fiziki görünümü de satırlar arasında tasvir edilir:
“Tekbaşına bu üç insan boyundaki çelik ayaklı dev adama karşı ne yapılabilirdi?”
(N.Erman, Kaçırılan Ölü, Canavar Frankenştayn serisi birinci kitap, Işık Kitap ve Basımevi, İstanbul, 1944, s.7)
*
İkinci kitap “Korkunç Bir Gece”dir ve adından da anlaşılacağı üzere korku dolu anların yaşandığı bir geceyi anlatır. Güstav’ın eski bir arkadaşı olan Frederik adında sivil bir polis Barnburg kabasına gelmiştir. Onun peşinde olduğu kişi ise bir posta treni soyguncusudur. Güstav ile birlikte hareket ederler ve bir kez daha İskelet Şatosu’na gidilir. Şato detaylandırılır ve dehlizler, mahzenler ve açılıp kapanan kapıların varlığından bahsedilir. Bir önceki kitapta olduğu gibi bu kitap da son sayfasında bir sürpriz yapar ve bir önceki kitapta kendini Frankenştayn diye tanıtan polis şefinin aslında tren soyguncusu olduğu öğrenilir. Soyguncu yakalanır ve bu esnada Frankenştayn’ın canavarı ile karşılaşılır. Canavar vurulur ancak kaçmayı başarır.
*
N. Erman, sürpriz sonlar ile hikayeyi diri tutmayı amaçlayan on paralık bir roman örneği vermek istediğini her kitabının sonunda uygular. Ve sürekli hikayeyi takip etmesi zor bir hale getirir. Bu yüzden üçüncü kitap olan “Ölüm Ekspresi”nde önceki kitapları özetleme ihtiyacı duyar ve hikayeyi çok daha farklı bir boyuta taşır.
Soyguncu yakalanmıştır ve tutuklanmak üzere sevk edilmiştir. Çete üyeleri bunu öğrenir ve kurtarma planı yapar. Bunun için İgor’dan yardım isterler, İgor’un ise tek şartı Frankenştayn’a kavuşmaktır:
“Yaradana bin şükür, dedi. Eğer Frankenşçiğime kavuşursam size istediğiniz yardımı yaptıracağıma yemin ederim!”
(N.Erman, Ölüm Ekspresi, Canavar Frankenştayn serisi üçüncü kitap, Işık Kitap ve Basımevi, İstanbul, 1944, s.7)
Çete üyeleri Frankenştayn’ın olası yerini söyler ve İgor ile birlikte arayışları sonuç verir. Bu esnada İgor, boynunda taşıdığı kemik borusundan çıkan ses ile canavarı etkiler, ki bu öğe de romanda yer almayan ancak filmlerde yer alan bir eklentidir. Canavar, üçüncü kitabın merkezinde yer almaz ve konu, çete iç hesaplaşması üzerine yoğunlaşır. Çete üyelerinden biri reis olmak ister ve liderlerini tren raylarına bağlatır. Ancak bu sefer tuzak kuran polistir ve hem çeteyi hem de canavarı yakalarlar.
*
“Bir doktor tarafından sun’i surette yaratılan insan azmanı canavar Frankenştan şimdiye kadar sayısız cinayetler işlediği halde daima polisin elinden kaçmağa muvafak oluyordu.
Bu defa Branburg kasabasında yakalanarak şehrimize getirilen canavar iki gün süren muhakameden sonra idama mahkûm edilmiştir. Dev yapılı mahlûk yarın sabah elektrik iskemlesinde korkunç hayatına veda edecektir.”(N.Erman, Gizli Oda, Canavar Frankenştayn serisi dördüncü kitap, Işık Kitap ve Basımevi, İstanbul, 1944, s.7)
Bu gazete haberi ile dördüncü kitap olan “Gizli Oda” başlar. Canavar yakalanmış ve idama mahkûm edilmiştir ve 3000 volt elektrik ile öldürülür (?). Yaradılış sırlarını keşfetme arzusuyla gömülmez ve inceleme yapılmak üzere bekletilir. Bu inceleme sürecine katılacaklardan biri de Doktor Yohan’dır. Ancak Doktor Yohan, babasının yaptıklarından dolayı ismini değiştiren Doktor Frankenstein’ın oğludur. İgor ile karşılaşır ve İgor, canavarın ölmediğini; elektriğin sinirlerini uyuşturup kalbini durduğunu ve hala yaşadığını söyler. Kendisine arkadaşlık etmesi için de canavarı diriltmesi hususunda doktoru ikna eder. (Bela Lugosi‘nin oynadığı İgor karakteri Son of Frankenstein filminde aile ismini kurtarması için oğul Frankenstein’a baskı yapar).
Öyküde temel bir mantık sorunu vardır. Nihayetinde canavar, elektrik ile hayat bulmuştur ve elektrik sayesinde ölmesi beklenemez. Bu hususu yazar atlamaz ve Güstav’ın planının bir paçası olduğunu ifade eder. Buna göre Güstav’ın amacı, oğul Frankenştayn’ı yakalamaktır. Ancak İgor, canavar ve oğul Frankenştayn birlikte kaçar. Doktor, iyi bir insana ait beyni Frankenştayn’a nakledecekken (1931 tarihli Frankenstein filminde canavarın kötü olmasının sebebi anormal beyin transferine bağlanır, The Ghost of Frankenstein (Frankenstein’ın Hayaleti, 1942) filminde ise İgor ile canavar arasında beyin transferi gerçekleştirilir) arbedede yaşanır ve yangın çıkar. Tıpkı The Bride of Frankenstein (Frankenstein’ın Gelini, 1935) filminde olduğu gibi canavar, İgor ve oğul Frankenştayn ölür (?).