Dâniş Remzi Korok‘un kaleme aldığı Yamyam Yusuf serisinin ikinci ve son kitabı olan “Ölü Ciğeri Nasıl Yenir?” 1944 tarihinde basılmış olan 14 sayfalık on paralık bir roman. Tecelli Matbaası‘nda ilk kitabın kapak resmiyle basılan fasikül bir önceki kitabın aksine küçük boy (ulaşabildiğimiz baskıyı kıstas olarak bu çıkarımı yapıyoruz).
Fatih Danacı
İlk kitap Yamyam Yusuf adlı çirkin bir adamın hikâyesini anlatırken, onun geçmişine değinir, yaptığı vahşi eylemlerin rasyonel ve vicdani bir değerlendirmesini yapar; son olarak da platonik bir şekilde sevdiği kızın ölümünün ardından mezarını kazarak çıkarmasını ve cinsel ilişkiye girmesini anlatır. İkinci kitap ise seriye adını veren eyleme, yani yamyamlığa (cannibalism) değinir.
Yusuf ve onu ziyaret eden adam arasındaki diyalog kaldığı yerden devam eder ve akıl hastanesine kapatılmasına sebep olan olay açığa kavuşur. Yusuf geçmişini anlatırken aslında suça yönelme sebebini de dile getirir.
Buna göre Yusuf, ölüleri rahat bırakması gerektiğini işlediği suçun ardından (ilk kitapta anlatılmaktadır) öğrenmiştir. Bir daha da ölü sevicilik yapmaz. Ancak kızın babası, kızının ölümünden Yusuf’u suçlar ve sürekli ciğerini yemesiyle ilgili tehditler savurur. Bu korku ise zamanla Yusuf’un bilinçaltına yerleşir.
Bir gün kızın babası da ölür ve ilk başlarda Yusuf bu korkusundan kurtulduğunu düşünür. Ancak bir süre sonra yanıldığını anlar. Çünkü geceleri rüyasında, mezarından kalktığına ve göğsünü yararak ciğerlerini yediğine dair kâbuslar görür. Bu düşüncelerine son vermek için barındığı ağırdan uzaklaşmak ister ancak yapamaz, zira bu korkunun peşini bırakmayacağını bilir. Bu yüzden korkusunun üzerine gitmesi gerektiğine karar verir. Mezarlığa giderek ölüyü çıkarır ve kana susamış bir katil gibi ciğerini yemeye çalışır . Zaten kitap da adını buradan alır ve Yusuf, hasta odasında ölü ciğerinin nasıl yendiğini anlatırken yamyam unvanını almasının ardından yatan gerekçe de açığa kavuşmuş olur.
Kitap yamyamlık üzerine pek çok çağrışım yapar. Korok’un ise böyle bir konuyu tercih etmesinin nedeni bir muammadır. Belki duyduklarını, belki de araştırmaları sonucu öğrendiklerini cümlelerine yansıtır ancak doğru saptamalarda bulunur. Çünkü Yusuf’un olayı anlatırken insan etine karşı duyduğu açlık yazar tarafından tasvir edilir. Zaruri sebeplerden ya da psikolojik rahatsızlıklarından dolayı insan eti yiyen/yemek zorunda kalan insanların mülakatlarında bu açlıktan sıklıkla bahsedilir, Yusuf karakterinin tepkileri ise bu gerçek ile paraleldir.
Korok, bir detayı da atlamaz. Dağlarda ya da ağırda büyümüş Yusuf’un mantık sınırları içerisinde, olgun cümlelerle yaşadıklarını anlatabilmesine değinerek kurgunun gerçekliğini zedeleyen bu duruma açıklama getirir.
Nihayetinde kitapta ölü ciğerinin nasıl yendiği gibi grotesk bir konu işlenir. Özellikle ilk kitapta Yusuf’un eylemlerinin asıl sebebinin çevresel etkenlerden dolayı gerçekleştiği vurgulansa da, ikinci kitabın sonunda bu öğeden biraz uzaklaşılır. Yusuf’a karşı duyulan sempati azalır. Bunun nedeni ise son sayfalarda satır aralarına eklenen (istemli ya da gayri ihtiyari) bazı öğelerdir. Şöyle ki; Yusuf, ciğer pişirme telaşından dolayı mezarı dahi kapamaz, eser boyunca korkak bir görünüm çizen Yusuf, ciğerlerine yaklaşanları korkutarak kaçırır. Hastane odasında anlattıkları bittiğinde ise histeri krizine girer, kahkahalar atarak yatağına bağlanır. Bunun tek bir anlamı vardır, o da Yusuf artık psikopat bir caniye dönüşmüştür!
Korok, her ne kadar farklı bir öykü konusuna değinmiş olsa da bunu bir sona bağlamalıdır. Her şeyden önce vahşice işlenen suçları ve suç algısını toplumsal bir mesajla birleştirmek zorundadır. Özensiz yazılmış olmasından dolayı kült mertebesine erişebilecek bu eserde mesaj ise Yusuf’un doktoru tarafından iletilir:
… aynı zamanda merhamete, şefkate ve kısaca tedaviye de muhtaç. Hayatta böyle zavallı hastalar az değildir azizim.! Bu bir ölü ciğerini yemekte iken ve dillere destan olurken; geri yanda birçok ölülerin en mukaddes haklarını yiyen nice zır deliler vardır ki hepsi de kanunun ve tıbbın el uzatamayacağı kadar uzaklarda; birer ipham ve meçhulât içindedirler.
Netice itibariyle sinemanın bazı kültleşmiş filmlerini (Kuzuların Sessizliği, Fil Adam vb.), korku edebiyatının kimi klasiklerini (Frankenstein, Opera’nın Hayaleti,vb), hatta gerçek yaşamları (Ed Gein) hatırlara getiren bu konu, kendi zamanında olduğu gibi günümüz edebiyat ve toplumsal anlayışı için de hala grotesk bir eserdir ve iyi ya da kötü olarak değerlendirilebilecek örneklerine rastlamak zordur. Ancak 1944 yılında basılma ve dağıtılma şansına ulaşabilmiştir. Bunun en büyük nedeni de tür edebiyatına katkısı büyük olan Dâniş Remzi Korok’tur.