Fikret Kızılok’un 1970’lerdeki en güzel ve manidar şarkılarından Köroğlu Dağları, sitarla başlar klarnet solosuyla devam eder. “Klarnet” deyip geçme, düşün o şahane notaları çalacağım diye nefessiz kalan dehayı! (İstiklal Marşı’ndan hareketle kelime oyunu oynamışken, futboldaki yeni 14 yabancı serbestliğine “İyi o zaman İstiklal Marşı’nı da yabancı oyuncular söyler!” diye iki gram aklınca itiraz eden, Edirne’yi geçince reel maaşı 500 bin bile olmayan milyon euro’luk Türk futbolculara ne desek ki? En azından bestecisi Osman Zeki Güngör’ün adını bilin yeter! Sizi duyan İsmet Özel’in İstiklal Marşı Derneği’ne üye zanneder. Siz canınızı sıkmayın, biz tribündeki vatandaşlar sizden iyi söyleriz marşı!)
Nerede kalmıştık? Klarnet… Mozart klarnetin sesini o kadar sevmiş ki tarihte (bence) en iyi Mustafa Kandıralı’nın çaldığı nam-ı diğer gırnatayı klasik müzik orkestrasına bile eklemiş. “Bırak klasiği, elitizmi” diye kuru sıkı itiraz ediyorsan merak etme, ben klasik müziği daha çok 70’lerin Progresif Rock’ının içinde dinler, anlamaya çalışırım, hakikisi beni aşar! Bu vesileyle The Nice’ın ilk albümü The Thoughts of Emerlist Davjack‘i öneririm.
Konuya dönmeye çalışırsam, Miles Davis’in bile Mustafa Kandıralı’nın klarnetini dinleyip etkilendiği şehir efsanesi değil, Miles baba bizzat Mustafa Kandıralı’yı Louis Armstrong’a eşlik ederken dinlemiş. Daha ne olsun… Mustafa Kandıralı’nın Frankfurt Oyun Havası’nı dinlerken Ahmet Haşim’in Frankfurt Seyahatnamesi‘ni okuyan dedem, zamanında sevdiği takıma iyi oyuncu gelsin diye için arsa, arazi satmıştı. (Sahi Frankfurt demişken Frankfurt’un harika sol beki Oczipka’nın sözleşmesi 6 ay sonra bitiyor, Beşiktaş yönetimine duyurulur. Ahmet Haşim, Mustafa Kandıralı, kitap fuarı,vs… Frankfurt iyidir!) Kalan parayı da ben “düzgün” eğitim alıyım diye “çarçur etmiş”ti… İlk elektro gitarımın parasını verirken ise “İşte budur, bağlamanı da çalışırsın sen alırsın” demişti. Çalıştım aldım ama çok sonra…
Daha öncesinde üniversitede bazı solcu arkadaşlarım, sırf elektro gitar çalıyorum diye bana “Batı hayranı, emperyalist müziği çalan lümpen ama iyi bir arkadaş” gözüyle bakardı… Hâlbuki rahmetli dedem “gitar, sitar, saz kardeştir; bölenler kalleştir” demişti. Sahi gitarla saz arasında tek fark soldan bakarsan fazladan 4bemol, sağdan bakarsan fazladan 4diyeznota olması değil de ne ki? Üstüne manyetik yanına fiş takarsan ikisi de elektro oluyor! Erkin Koray’ın Ankara Sokakları‘nı gitar ya da bağlama hangisiyle çalarsan çal süper şarkı işte, derdiniz ne?
Nasıl, Mustafa Kandıralı’nın bayram sabahı televizyonda çalmadığı bayram televizyonu, sağ beksiz bir futbol takımı gibiyse Aşık Veysel-Fikret Kızılok-Beatles köşeli harika müzik üçgeninin uçsuz bucaksız içini yok sayarak “müzik dinliyorum” demek de da en fazla o kadar müzik dinler gibi yapmak!
İlk 45’liklerinde Beatles ve Rolling Stones’un All My Lovin ve Let’s Spend the Night Together‘ını Sevgilim ve Bu Gece Senle Olalım olarak yarı çeviri yarı doğaçlama söyleyen Fikret Kızılok, Aşık Veysel ölünce üzüntüden bağlamasını kırmış! Kesin bilgi yayalım…
Hasan Şaş’ça konuşursak David Bowie, Rolling Stones’un Let’s Spend the Night Together‘ını icra edince “Ooooo”, Fikret Kızılok aynısını hem de kendi diline adapte edip yapınca “Yoooo”…
Tabii sonra Fikret Kızılok bağlamasını kırıp tam zamanlı dişçiliğe başlar. Peki, David Bowie’yi dişçi olarak hayal edebiliyor musunuz? % 99 hayır ancak Erkin Koray beyin ameliyatı geçirdikten sonra borçlarını ödeyebilmek Bağdat Caddesi’nin ilk pizzacılarından “Kral ve Ben”de çaldı. Hem de gitarsız sadece kıytırık bir orgla o efsane şarkılarını çalmak zorunda kaldı. Mekânın adının “Kral ve Ben” olması Erkin Baba’nın en kral şarkılarından birinin adının Krallar olması kadar ironik. Erkin Baba, bir başka şaheserindeki gibi Tek Başına‘ydı… Ama yine kraldı. “Ben” oradaydım… Benim için önemli olan pizza ya da lahmacun yemek değil orada daha 12 yaşımda Kral’la ben olmaktı…
Evde Erkin Koray’ın çaldığı eski gitarlardan birisi var. Bir SG (AC/DC ve Black Sabbath’ın klasikleşmiş elektro gitarı), 70’lerden Japon işi bir SG. Aleti her elime aldığımda Erkin Koray kadar olmasa da normalde çaldığımın en az 2 katı iyi çalıyorum. Bu da mı gol değil be lanet olası popüler kültürfast-foodspor? Nasıl olur da halen internet, Mp3 çağında bile en popüler olan neyse sadece onunla yetinir bu millet? Nasıl olabilir bu “sahici müziğe kör” illet? Ben de Fikret Kızılok ustanın yaptığını yapıp Erkin babanın elinden geçmiş Japon emeği, Erkin baba nuru aleti mi kırayım? Hayır efendim, tam tersine o alet 3 yıldır üstünde deli gibi çalıştığım, kayıt edilen tüm aletleri sadece benim çaldığım (daha doğrusu çalmaya çalıştığım) solo albümün temel direği, Zinedine Zidane’ı… Materrazzi’liğe yeltenen olursa Zidane’ım hazır yani!
Ne deli yazı değil mi? Buralarda müzik yazan, yapanın bu kadar az delirmesi bile “anormal” aslında! Sahi ya asker gazinosunda Ahmet Kaya çaldık diye ceza yazıp sonra arabaya binince “Ahmet Kaya kaseti koysanıza lan” diye kızan komutanım online mı? Bedelli askerliğe büyük bir itirazım yok ama bırak da bedelli yapamayan bekar genç Erkin Koray’dan Kızları da Alın Askere‘yi çalınca ceza yazma be birader… Şarkı şaka sadece. Sahi, Basel’in adı “şaka” diye telaffuz edilen sağ beki Xhaka da fena dağ bek değil hani…
*İlk olarak Kafa Dergisi’nde yayımlanmıştır.