Hazır uzun zamandır beklenen filminin çıkmasını fırsat bilerek, sizleri çok sevdiğim paranormal dedektif Dylan Dog ile tanıştırmak istiyorum. Tanışma faslından sonra da filme bir göz atarız.
Dylan Dog ülkemizde de pek çok severi bulunan, İtalyan menşeli bir korku çizgi roman serisi. Tiziano Sclavi’nin yarattığı paranormal olaylar dedektifi Dylan Dog’un ilk macerası “L’alba dei morti viventi” Yaşayan Ölülerin Şafağı adı ile 1986’da çıkmıştır. Ülkemizde de Ad yayıncılıktan çıkan klasik serisi ve Rodeo Strip’in yayınları devam ettirmesi ile tanınmıştır. Hoz Comics de uzun süre Dylan Dog’u ülkemizde yaşatmaya devam etmiştir.
Tiziano Sclavi’nin yarattığı karakter günümüze kadar İtalyan çizgi romanının önemli ve çok satan işlerinden olmuştur. Karakter kapak çizimlerini ilk ve en sık yapan sanatçı ise Claudio Villa’dır ve ana hatlarını ünlü ingiliz oyuncu Rupert Everett’tan esinlenerek çizdiği bilinir. Dylan Dog ismi ise şair Dylan Thomas’tan almıştır.
Londra’lı “kabuslar dedektifi” olarak ün salan Dylan Dog, özellikle kırmızı gömleği, siyah ceketi ve mavi kot pantolonu ile bilinir. Her durumda kendisini bu kıyafetler içinde görürüz. Yağmur, çamur kar fark etmez. Herhangi ek bir kıyafetin tarzını bozacağını düşünür.
Yancı karakterlerimiz ise asistanı ve dizinin saçma esprileri ile okuyucuyu sinirlendiren komedi figürü Groucho, Scotland Yard’dan ayrılmadan önce üstü, ve bir tür baba figürü olan dedektif Blochtur.
Groucho ile beraber yaşadığı çığlık sesli zili ile ünlü ofisinde asla bitiremediği maket gemisi ile uğraşan Dylan, klarnet çalmayı sever. Üstüne gittiği korku dolu olaylara rağmen bir çok fobisi vardır. Böcekten, yarasadan, kapalı mekanlardan korkar. Sık seyahat edemez, asla uçağa binemez, eski bir alkoliktir ama artık içmemektedir. Gönülden bir hayvan hakları destekçisi ve vejeteryandır. Yeni teknolojilere pek açık değildir, babadan kalma yollarla çalışır. Para ilk planda kendisi için önemli değildir. Hatta gelen müşterilerine öncelikle bir psikolog ya da psikiyatra gitmelerini önerir.
Şimdi gelelim Dylan’ın beyaz perde macerasına;
Dellamorte Dellamore
İlk 5 zombi filmini say deseniz mutlaka içinde bu film olacaktır. Seyrettiğim en eğlenceli ve absürt filmlerden olan(Sezen Aksu çalıyor filmde daha ne olsun) Dellamorte Dellamore (Cemetery Man ya da Of Death and Love olarak da bilinir) İtalyan yönetmen Michele Soavi tarafından çekilmiş olan bir Dylan Dog uyarlamasıdır. Francesco Dellamorte alternatif bir Dylan Dog portresi sunar. Bu karakteri canlandıranın Rupert Everett olması ve tıpkı Dylan gibi giyinmesi de bir rastlantı değildir. Bu karakter daha sonra bir kaç mini seride de Dylan Dog ile karşılaşacaktır.
Dylan Dog: Dead of Night
Bu yazıyı yazmama neden olan filme ise sonunda gelebildim. Kevin Munroe’nun yönettiği filmde başrol Superman ile ağzımızda bozuk yumurta tadı bırakan Brandon Routh’a verilmiş.
Korku komedi olarak niteleyebileceğimiz film büyük ölçüde sırtını aksiyona dayıyor. Çizgi romandaki Avrupa’ya özgü melankolik, surreal yapının, romantizmin izi yok. Dylan karakteri daha çok bir bilim adamı gibi çalışıp İndiana Jones gibi olayları çözüyor. En büyük fark ise tabi olayların Londra yerine New Orleans’da vuku bulması. Bir de ortağının yerini Marcus Adams (Sam Huntington) adlı zombi olduğuna inanmayan bir zombi alıyor.
Filmimiz ilginç bir noktadan karakteri ele alıyor. Dylan Dog paranormal dedektiflik olaylarını bırakmıştır. Artık olayları çözmedeki başarısını aldatan zengin kocalarının peşine düşen kadınlara yardımcı olarak kullanmaktadır. Anita Briem (Elizabeth Ryan) kendisine babasını öldüren bir kurtadam gördüğünü söyleyerek yardımcı olmasını ister. Ancak Dylan artık o işleri bıraktığını düşünmektedir, oysa ki geçmişi onu bırakmaz, kurtadamlar, vampirler ve zombiler arasında çalışmaya geri dönmek zorunda kalır.
Anita’nın babası bir koleksiyonerdir ve evden bir iblisin kanını taşıdığına inanılan haç şeklinde bir ikona çalınmıştır. Bu haç eğer bir taşıyıcıya saplanırsa iblis dünyaya dönecek ve efendisinin emirleri ile hareket ederek dünyaya ölüm ve korku salacaktır. Dylan Dog yeni zombi olan asistanı ve Anita ile beraber şüphelendiği kurtadamlar ve vampirleri araştırarak ikonayı geri almaya çalışacaktır.
Dead of Night ortalama bir Supernatural dizi bölümünden daha iyi değil, ve hatta kötü. Ucuz bir aksiyon b-filmi örneği. Bunun başlıca nedeni aslında yönetmenlikten de değil, ki Munroe’nun elindeki imkanları sonuna kadar kullandığını görmek mümkün, asıl problem senaryonun Avrupa korku filmlerinin grotesk yapısından sıyrılıp amerikan aksiyonuna yönlendirilmiş olması. Ayrıca senaryonun saçmaladığı başka bir nokta da filmin sonundaki sürprizi daha ilk yarım saatte normal bir seyirci bile çözebilirken, Dylan Dog gibi şeytana papucunu ters giydiren bir dedektifin asıl suçluyu bulamaması.
Filmin başrolüne de sırf kaslı diye son yılların en başarısız genç oyuncularından Ruth’u koymak büyük bir yanlış olmuş. Diğer oyuncular ise fena iş çıkarmıyor. Özellikle zombiliğini içleştirmeye çalışan Marcus karakteri filmin lokomotifi. Zombi destek toplantısı sahnesi ise tepe noktası.
Film bir bağımsız şirketten çıkmasına rağmen göze çok batmayan efektlere sahip. Ancak iblise harcanan paradan sanırım kurtadamlara özenilmemiş ve seksenler makyajı ile ortaya çıkmış gibi duruyorlar. Vampirler ise her zaman bildiğimiz gibi karizma, seks düşkünü ve kötü.
Dylan Dog: Dead of Night kesinlikle çok kötü bir film değil, ancak bir Dylan Dog filmi de değil. Hoş yönleri de olan vakit geçirmelik bir seyirlik, ancak ismi Dylan Dog olduğu için kendinden beklenenleri karşılayamıyor ve tökezliyor.
Buna bir Dylan Dog adaptasyonu olarak bakarsanız zevk almayabilirsiniz. Buffy, Angel tarzı dizilerin paralel bir hikayesiymiş gibi bakarsanız ise fazla bir sorunu kalmıyor filmin.
Umberto Eco‘nun sözleri ile yazımı sonlandırmak istiyorum “İncili, Homeros’u veya Dylan Dog’u günlerce sıkılmadan okuyabilirim” peki ya Dylan Dog filmlerini?…