‘Bir Sokak Hikayesi’ altbaşlıklı “Kral”, daha çok “Görme Biçimleri” kitabıyla bilinen ünlü İngiliz sanat eleştirmeni John Berger’in kaleminden süzülen uzunca bir hikaye denemesi aslen. Kitap, evsizlerle dolu bir arsada yaşayan, aynı zamanda oranın bekçiliğini de yapan Kral adındaki köpeğin, bir gün boyunca yaşadıklarının kurgulanması ile oluşturulmuş. Sabahın ilk saatlerinden, gece yarısına kadar, köpeğin arsada birlikte yaşadığı evsizlerin gündelik uğraşlarını, umutsuzluklarını, sevgilerini, varkalma çabalarını ve en önemlisi de bu yoksulluğun yanı başında sürüp giden büyük zenginlikleri usta bir incelikle anlatmış yazar.
Ercan Dalkılıç
Kral’ın gözünden, bir paltonun geometrik şekline benzetiliyor üzerinde yaşanılan arsa. Köpeğin ağzından, sözgelimi; paltonun sol manşetinde Joachim’in oturduğunu, yakanın arkasında Anna’nın kulübesinin olduğunu öğreniyoruz. Köpeğin en yakın olduğu ikili, Vico ile Vica adında yaşlı bir çift. Zaten hikaye, bir nebze onlar üzerinden de şekilleniyor, omurganın büyük kısmını onların yaşadıkları teşkil ediyor. Diğer karakterler, yan motifler olarak hikayenin rengini güçlendiren unsurlar.
Vico, eski bir İtalyan girişimci, Vico ile de Venedik’te tanışmış, orada aşık olmuşlar ve hayatlarını birleştirmişler. Fakat hikayenin bunla pek bir ilişkisi yok. Yani Berger, dramatik bir kurgu yerine, esintilerle bir geçmiş oluşturmayı yeğlemiş. Bir hikaye kitabı için oldukça farklı bir deneme türü bu. Yazar, gün içinde, Vico ile birlikte su almaya giden Kral’ın ağzından, geçmişe dair kulağına çalınanları aktarıyor sadece. Bu şekilde, bir geçmiş ve şu an kurgusu içinde ilerliyor hikaye. Hikayenin gücünü de hayli arttırmış bu varoluşçu esintiler. İnsanoğlunun, yaşayış içinde fark edemediği olguları, açık açık dile getirebilmiş yazar. Hikayenin bir yerinde, müşterek bir birlikteliğin asgari gereksinimleri hakkında o kadar hoş tespitler var ki. İnsanların birbiriyle sağlıklı bir iletişim kurabilmeleri için konuşmaları ama gerçekten paylaşarak konuşmaları gerektiğini söyler yazar; “gelecek olmadığında pek konuşacak şey de kalmaz, onun için konuşacak konu çıkması sevindiricidir.”
Hikayenin beni en çok etkileyen özelliği ise, girişte belirttiğim gibi, zengin ile yoksul, iki dünya arasındaki farkın bir anlatısı olması. Gerçekten de, bu iki dünya arasındaki gerçekliğin, taraflar açısından nasıl da büyük bir yanılsama içinde algılandığının izlerini bulmak mümkün kitapta. Hikayenin ilk anlarında, Kral’ın gözlerini önünde yakılarak öldürülen evsiz bir kadının, etraftaki insanlar üzerindeki intibası şu şekilde açıklanıyor; “Bir münafığın ölümü!”, “Zavallı sefil kitapsızın tekiydi?” Buna karşılık, yazar soruyor; “Münafıklığı parasızlık olmasın?” Kapitalizmin dönüştürdüğü, ve gayet olumlu görülen, farkına varamadığımız bu ötekileştirici insan tipini ‘açığa vurmuş balığa’ çevirmiş yazar bu noktalarında hikayenin.
“Kral”, yeni bir barbarlık çağının, Köpekler Çağı’nın habercisi. Hikayenin finaline doğru, belediye ekiplerinin, arsadaki zehirli gazları bahane göstererek, bu öteki yuvasını temizlemesine şahit oluyoruz. Bu çok tanıdık manzara, bizim de varoşlarımıza sık sık karşılaştığımız türden. Hikayenin, çok üst düzey, üslup olarak da kusursuz olduğunu iddia etmiyorum. Yer yer kopmalar yaşayabileceğiniz, fakat asıl bu kopmaların, sizi bir yerlere, bilmediğiniz bir yaşam parçasına sürüklediği bir eser bu. Şu ana kadar, batı edebiyatında, açlığı ve gelir adaletsizliğinin yarattığı gerilimi bu nevi güçlü verebilen bir esere rastlamadım ben, bilmem siz rastladınız mı?