Aylardan Ekim ha geldi ha gelecek derken başta İstanbullular olmak üzere birçok sinemasever gözlerini Ekim ayının en güzeline, Filmekimi’ne çevirdi bile. Fakat onlarca filmi dokuz güne sığdırmak için ne yapmak gerekli?
Mert Tanöz
Her sene olduğu gibi Filmekimi programı yine dopdolu, yine birbirinden güzel (ve önemli) onlarca filme ev sahipliği yapıyor. Festivalin yaklaşmasıyla birlikte her mecrada bir tavsiye listesi, öneriler köşesi, en iyiler sıralaması pörtledi, pörtlüyor ve pörtleyecek de. Fakat festivalde izlenmesi gereken filmleri listelerken öncelikle “doğru” kriterleri belirlemeli.
Filmekimi diğer birçok festival gibi maalesef kısa süreli bir festival. 46 filmi dokuz günlük periyoda sığdırmak bir başarı gibi gözükebilir veya bu sürede en çok filmi izlemekten insan gurur duyabilir, fakat işin sağlık boyutunu da düşünmek gerekli. Bahsettiğim sağlık tabi ki insan sağlığı değil, o kısmı beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren boyutu insan kapasitesi. Birbirinden derin, birbirinden önemli birçok filmi bir arada izlemek bir yerden sonra insanı yoracağı gibi filmin maalesef “değeri”ni de düşürüyor. Bu yüzden ilk olarak şunu kabul etmeli insan: Her filmi bu dokuz günde izlemek zorunda değiliz.
Filmekimi’ndeki izlenecekler listesinin bana kalırsa ön önemli kısmı salon ve seans seçimi. Hangi salonda rahat edinilebileceği, seans aralarında ihtiyaçlarını nasıl giderebileceği belirlenmeli. İki film arasındaki bir saatlik boşluklar dışında –ki reklamların bu süreyi daralttığını da unutmamak lazım– insanın ihtiyaçlarını giderebileceği süre bir hayli kısıtlı. Bu yüzden de birbiri ardına gelen seanslardan ziyade ikişer filmlik periyotlara ayırmakta fayda var.
İkinci sırada film seçimi geliyor ki film seçimi de kendi içinde ikiye ayrılıyor diyebiliriz. İlk olarak festival boyunca izlenecek tahmini bir film sayısı gerekiyor. Bu sayı belirlendikten sonra da hangi filmlerin izlenmesi gerektiği kısmı geliyor. Bu elemeyi yaparken önceliği vizyon tarihi en geç olan, hatta olmayan filmlere vermekte fayda var. Aksi takdirde festivalden bir hafta sonra gelecek bir filmi asla gelmeyecek bir filme tercih etmek gibi trajikomik hatalara mahrum bırakıyor insan kendini. Bu elemeden sonra ise kalan filmleri sıralamak kalıyor geriye. Bunu yaparken de dikkat edilmesi gereken iki temel etken var: Süresi ve türü. Örneğin iki saatlik iki filmi ardı ardına seyrettiğinde insan, kendine ayıracak süre bulamadığı için olası bir üçüncü filme konsantre olamıyor, verim alamıyor. Ya da sabahın ilk saatlerindeki iki derin film, tüm günü zehir edebiliyor. O yüzden tavsiyem filmleri süre ve türlerine göre ayırmak. Örneğin yaklaşık 90 dakika olan yoğun filmler, komediler, keyifli filmler ve 120 dakikalık yoğun filmler gibi kaba bir kategorizasyon yapılabilir.
Listeyi oluştururken son olarak dikkat edilmesi gereken ise tabi ki önerilen listeler. Fakat bu listeleri incelerken de dikkat edilmesi gerekenler var. Güvenilir isimlerin ve sitelerin listeleri iyi birer tercihtir, zira bu site ve kişilerin hangi tür filmlerden anladığını bilmek, yaptıkları yorumların ve tahminlerin tarafsızlığını da arttıracaktır. Fakat bir başka dikkat edilmesi gereken de diğer festivallerde (Venedik, Cannes, Berlinale, Toronto vs..) bu filmleri görmüş kişilerin yorumları olacaktır. En azından bu kişilerin filmler konusunda tahminler yürütmeyeceğine güvenebilir insan.
Festival izleyicisi, özellikle de “festival teyzeleri” için pek geçerli olmayan bir kriter daha var ki o da günümüz gerçeği Torrent. Bilindiği üzere her film bir gün internete düşecek, her film korsanlar listesinde yerini alacaktır. Fakat bu noktada dikkate alınması gereken iki etken var ki bunlardan ilki torrentçiler için filmin tahminen ne zaman internete düşeceği. Bu tahminleri yaparken filmin ABD ve Avrupa’da ne zaman vizyona girdiği, hangi ülke filmi olduğu belirleyici oluyor. Fakat festival filmini festivalde izlenmesi gerekli ya da gereksiz kılan, beyazperdenin ve salonun ta kendisi. Çünkü kimi filmler yalnızca perdede izlenir.
Filmekimin’e dair bir liste yapacağım (ya da yapacağız), ama şimdilik önemli olan noktalar bunlar. Sinema yazarlarının tavsiyeleri değil, izleyicinin beklentisi.