Her yıl heyecanla beklenen İstanbul Film Festivali, yaşadığımız pandemi sebebiyle alıştığımız rutinin dışında bir akışla karşımıza geldi bu yıl. Tüm olumsuzluklara rağmen Mayıs ve Haziran aylarındaki seçkilerin ardından Ekim ayında da Uluslararası Yarışma seçkisini online olarak takip etme fırsatı yakaladık. Altın Lale ödülü için yarışan filmlerden bazılarını bu başlık altında sizler için derledik.
Sarı Hayvan (Um Animal Amarelo / A Yellow Animal)
39 yaşındaki Brezilyalı yönetmen Felipe Bragança’nın, bir sinemacının varoluşunu yeniden tanımlamak için Brezilya’dan Mozambik’e, Mozambik’ten Portekiz’e uzanan yolculuğunu konu alan Sarı Hayvan sürrealist bir anlatıma sahip. Filmin kahramanı olan yönetmen Fernando, asker dedesinin geçmişine dair izler bulmak için çıktığı yolculuk boyunca milliyet, etnik köken ve sömürgecilik kavramlarını irdeliyor. Yönetmenin alter egosunun fantezilerinin damgasını vurduğu film, son çeyreğine kadar akıcı geçişlere sahip olsa da finalde yine kendi hantallığının kurbanı oluyor. Film boyunca izleyiciyi metaforlara boğan Bragança, görüntü yönetmeni Glauco Firpo’nun, 4:3 kadraj tercihi ile de alter egosunun sıkışmışlığını vurguluyor.
Yankılar (Bergmâl / Echo)
İzlanda sinemasının en heyecan verici isimlerinden Rúnar Rúnarsson, 2004 yılında kısa filmi The Last Farm ile Oscar adayı oluşunun ardından 2011’de ilk uzun metraj filmi Volkan ile dikkatleri üzerine çekmiş ve 2015 yılında çektiği Serçeler ile de sinemaseverlerin hafızalarındaki yerini garantilemişti. Rúnarsson’nun, İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma adaylarından olan son filmi Yankılar, sabit açı ile tek plan çekilen birbirinden bağımsız 56 sahneden oluşan bir İzlanda portresi. Belgesel ve kurmaca sahneleri aynı potada eriten yönetmen, izleyiciyi İzlanda’ya götürerek, peliküle hiç alışık olmadığımız türden bir Noel öyküsü yansıtıyor.
Oğul-Ana (Pesar-Madar / Son-Mother)
İranlı kadın yönetmen Mahnaz Mohammadi’nin uzun metraj filmi Oğul-Ana, İran sinemasının her geçen gün daha çok dikkat çekmeye başlayan toplumsal gerçekçi filmlerinin yeni halkası. Filmin ilk yarısında toplumsal baskılar altında, iki çocuğuyla beraber hayatta ve ayakta kalmaya çalışan dul bir kadının yapmak zorunda bırakıldığı imkânsız seçimi izliyoruz. İkinci yarıda ise bu seçimin sonuçlarının küçük bir çocuğun hayatını nasıl içinden çıkılmaz bir hapishaneye çevirdiğine tanıklık ediyoruz. Film her ne kadar İran’da geçse de yönetmen işlediği konu itibariyle Türkiye dahil Orta Doğu’nun herhangi bir yerinde yaşanabilecek bir trajediyi gözler önüne seriyor.
Öteki Kuzu (The Other Lamb)
Sinemada defalarca işlenmiş olsa da asla eskimeyen bir hikâyeye sahip olan Öteki Kuzu, büyüleyici sinematografisiyle öne çıkan bir istismar filmi. Festival takipçilerinin 2015’te çektiği Beden ve 2018’de çektiği Yüz filmleri ile yakından tanıdığı Polonyalı kadın yönetmen Malgorzata Szumowska, benzerine tüm dogmatik inanç sistemlerinde rastlayabileceğimiz bir tarikat yapılanmasında tek bir erkeğin tahakkümü altındaki kadınların yaşamına odaklanıyor. Bu topluluğun içinde doğmuş ve büyümüş, dış dünyaya dair hiçbir fikri olmayan Selah’ın, tarikat lideri olan erkeğin iktidarını sorgulamaya başlamasıyla tüm dengeleri altüst edişi, Michal Englert’in kusursuz sinematografisi eşliğinde nefes kesici bir deneyime dönüşüyor.
Koza (Kokon / Cocoon)
Genç Alman yönetmen Leonie Krippendorff’un benzerlerini festivallerde defalarca izlediğimiz bir büyüme hikayesi anlattığı filmi Koza, Berlin’in Kreuzberg semtinde yaşayan gençlerin sosyal medya etkisi altındaki günlük yaşamlarını mercek altına alıyor. Bir yandan alkolik annesinin ilgisizliğini bertaraf ederek büyümeye, bir yandan da cinsel kimliğini bulmaya çalışan Nora’yı filminin odağına alan yönetmen, tırtıl metaforuyla da kör göze parmak sokuyor.