Şunu bilin ki prensim: güzel bir film ile güzel bir çizgi roman arasında öyle çok büyük bir fark yoktur. Ken Parker örneğin. Her macerası başlı başına bir filmdir. Her karesi bir film karesidir. Dampyr de öyledir. İki arkadaşıyla dünyayı karış karış gezip vampirleri avlayan Harlan Draka‘nın maceraları en gözde televizyon dizilerinden daha sürükleyecidir. Üstelik bu korkusuz vampir avcılarının yolu bir keresinde İstanbul’a da düşmüştür. (Ters Ninja Arşiv 2008)
Ege Görgün (Landlord)
İtalyanların çizgi roman merakı dillere destandır. İtalya’da gazete bayilerinin bir standı gazete ve dergilere ayrılıyorsa, diğer standı mutlaka kendi ürettikleri ya da ABD, Japonya başta olmak üzere diğer ülkelerden yayın hakkını alıp kendi dillerine çevirdikleri çizgi romanlara ayrılır. Biz bu merakı ve İtalyanlar’ın bu konudaki ustalıklarını görece yeni fark ediyoruz aslında. Çünkü Zagor, Mister No, Teks, Teksas, Tommiks, Kaptan Swing gibi efsanevi çizgi romanları yıllarca İtalyan menşeili olduklarını bilmeden okuduk. Hikayelerin hepsi Amerika kıtasında geçen maceraların yaratıcılarının da Amerikalı olduğuna emindik, daha doğrusu bu konu üstüne kafa patlatsaydık öyle olduklarına yemin bile edebilirdik. Aslında bugün bile bu “büyük sırrı” açıkladığımda çok şaşıran insanlarla karşılaşabiliyorum. Öyle illa konuya Fransız olanlar değil, hatırlıyorum, Gırgır tayfasından çok ünlü bir çizer bile, – şimdi ismi lazım değil utandırmayalım abiyi – bu bilgiyi benden öğrendiğinde afallamıştı.
İtalyanların halkın bu çizgi roman merakını giderecek yayıncıları ve sanatçıları bolca var neyse ki. Eski bildik kahramanlar hala ne kadar ilgi çekiyor olursa olsun, onlar okurlarına yeni kahramanlar, farklı maceralar sunmaktan bıkıp usanmıyorlar hiç. Bunların kimi hemen tutuyor, kimiyse birkaç sayı sonra unutulmuşluklar deryasına yelken açıyor.
İtalya’da 2000 yılında yayın hayatına başlayan olağanüstü bir çizgi roman serisi var ki, hemen okurun gözüne girenlerden. Dampyr adını taşıyan bu serinin yaratıcıları amatör vampirolog sayılabilecek iki çizgi-roman ustası Mauro Boselli ve Maurizio Colombo. Dampyr, 2002’den itibaren sessiz sedasız da olsa bizde de Oğlak Yayınevi bünyesindeki Maceraperest Çizgiler’den çıkıyor. Dampyr’in konu itibariyle Wesley Snipes’lı Blade filmlerini andıran bir öyküsü var (ama unutmayalım Blade de nihayetinde bir çizgi-roman).
Dampyr’in okurun karşısına çıkan ilk sayısı Yugoslavya savaşının en şiddetli döneminde başlasa da, macera devam ettikçe kahramanımız Harlan Draka’nın öyküsünün 2. Dünya Savaşı’na dek uzandığını öğreniriz. Harlan doğduğunda Balkanlar yine savaşın öldürücü sıcaklığıyla kavrulmaktadır. Doğum sırasında ölen annesi köyünde hiç de iyi bir şöhrete sahip olmayan yalnız bir kadındır. Bu şöhret yüzünden “cadının çocuğu” diye hor görülür Harlan çocukluğu boyunca. Üstelik insanlar Harlan’ın bir vampirin çocuğu olduğuna inanmaktadırlar. Bir Balkan inanışına göre vampirlerle ölümlü insanların birlikteliğinden doğan bir çocuk vampirleri öldürebilme gücüne sahip bir Dampyr olur. Dampyr yarı insan yarı vampirdir. Kanı tüm vampirler için ölümcül bir zehirdir. (Zaten Harlan bunu keşfettikten sonra vampirleri kanıyla ıslattığı kurşunlar ve bıçaklarla öldürmeye başlar.)
Yukarıda sözünü ettiğimiz Blade’den oldukça farklıdır Dampyr. Bir süre önce sinemalarımızda Keanu Reeves’in şekil şemalinde izlediğimiz ve yine bir çizgi-roman kahramanı olan Constantine’e daha çok benzer. Harlan vampirden çok insandır. Duyuları çok gelişmiştir ve vampirlerle olan savaşında kutsal ve kutsal olmayan doğa üstü varlıklardan destek alır. Ama onun en büyük destekçileri aynı zaman da en yakın dostları olan Kurjak ve Tesla’dır. Kurjak, Yugoslavya Savaşı’nda Sırp birliklerine komuta etmiş bir askerdir. Sırpların acımasızlığı ve gaddarlığı çizgi-romanda tüm açıklığıyla gösterilse de, hatta Kurjak’ın kendi ağzından da anlatılsa da Kurjak’a bir nevi pişmanlık yasası uygulanır. O “çocuğunu ve karısını bir bomba yüzünden kaybedince” acısından ve intikam arzusundan katılmıştır bu savaşa. Zamanı geldiğinde ona ihanet eden arkadaşlarına sırt çevirmekten geri durmaz zaten. Bir Sırp keskin nişancısını elleriyle öldürür. Hiçbir zaman açık açık söylenmese de belli ki Harlan Draka da Sırptır. (Sırbistan, Bosna ya da Hırvat gibi milliyet belirtici kelimeler özellikle kullanılmıyor maceralarda.)
Harlan’ın diğer can dostu Tesla’nın geçmişi Kurjak’inkine göre daha karanlık ve kanlıdır. Çünkü Tesla bir vampirdir. Bağlı olduğu efendisine ve sürüsüne ihanet ederek Harlan’ın sağ kolu olmayı seçmiştir. Kan emici bir vampir olsa da, insanı duygulara sahip olan Tesla, Harlan’ın ve Kurjak’ın hayatını sayısız kereler kurtararak günün kahramanı olur.
Dampyr’i anlatırken kullandığımız “olağanüstü” kavramı beylik gibi görünse de, aslında bu siyah-beyaz şaheseri tarifte kifayetsiz bile kalmaktadır. Bir sinema filminin senaryosunu andıran kurgusu; macera, gerilim ve korkunun ustaca harmanladığı türü; her serüvende değişen ve titizlikle resmedilen öykü coğrafyaları; Odysseus gibi evini olmasa da, köklerini arayan ve bu arayışla dünyayı gezen epik kahramanı ve özellikle savaşa, uyuşturucuya, köleliğe karşı keskin muhalif duruşuyla Dampyr, televizyon ve sinemanın egemenliğindeki popüler-kültür yaşamımızda insanlara “okuma” eylemini hatırlatabilecek, onları daha uzun okumalara yönlendirebilecek cazip bir başlangıç.
DAMPYR İSTANBUL’DA!
Dampyr’in Son Gece adını taşıyan 39 nolu macerasında (Bizde yayınlanan 10 numaralı ciltte yer alıyor), Dampyr, Kurjak ve Tesla ile Alman televizyon muhabiri Hans Richter’in yolları İstanbul’da kesişiyor. Kahramanlarımızın İstanbul’da buluşmasının ortak nedeni “Vampir”. Kimilerine göre Birtek çetesinin lideri Hakan Birtek’in ta kendisidir “Vampir”. Oysa kimilerine göre olayın ardında farklı bir isim, yenilmez bir savaşçı vardır. İşte kahramanlarımız bu konudaki esrar perdesini aralamaya çalışırken, Hans Richter de meslek hayatının en önemli hayallerinden birini gerçekleştirmek, yıllardır hakkında inanılmaz hikayeler duyduğu “Vampir”le röportaj yapmak için İstanbul’a gelmiştir. Tam da o sıralarda uyuşturucu trafiğinde söz sahibi olan çeteler arasındaki ateşkes antlaşması sona erdiğinden, yeni antlaşma yapılıncaya kadar yeraltı dünyasına tedirginlik hakimdir. Çok geçmeden çeteler arasında kurşunlar konuşmaya başlar.
Macera, ilk karedeki İstanbul manzarası eşliğinde, “İSTANBUL… BATI İLE DOĞU ARASINDAKİ KAPI…” sözleriyle başlıyor. Sonrasında hemen boğazdaki bir yalıya konuk oluyoruz. İlerleyen sayfalarda Harlan ve arkadaşlarını, uyuşturucu çetesinin paravan olarak kullandığı lokalde buluyoruz. Tesla’nın önceden araştırdığı lokali arkadaşlarına anlatırken, “BİR SÜRÜ TİPSİZ ADAM VARDI…” demesi biraz can sıkıcı. Resmedilen tiplere bakılırsa da, “Annecim Türkler!” deyişinin mucidi İtalyanlar’ın gözlerinin önüne Türk denince hala “Osmanlı yeniçerisi” imajı geliyor. Osmanlı nasıl yer etmiş bu adamların kafasında böyle!
Lokalde fesli garsonlar dolanırken, sahnede hayli etli butlu bir kadının göbek dansı dikkati çekiyor. Harlan ve Kurjak’ın dansözle ilgili yorumları da hayli ilginç. Kurjak göbek dansının hoşuna gitmeye başladığını söyleyince, Harlan ne dese beğenirsiniz: “O GÖBEK DANSI DEĞİL, KURJAK, SADECE SALLANIP DURAN SARKMIŞ ETLER…”.
İlerleyen sayfalarda Richter’le buluşmanın gerçekleştiği Sultanahmet’ten manzaralarla karşılaşıyoruz. Karelere özellikle başörtülü kadınlar serpiştirilmiş. Maceranın finali ise Rumelihisarı’nda gerçekleşiyor.