Sinemamız çok önemli bir ustasını daha yitirdi, geçtiğimiz günlerde. Ustaların ustası Ö. Lütfi Akad yok artık. Yaprak dökümü sürüyor kalbimizi kıra kıra…
Mesut Kara
Usta çırak ilişkisiyle yürüyen sektörde, ustalığını kendi çabasıyla kazanmış, sonrasında bir çok ustaya el vermiş isimlerin başında geliyordu Ö. Lütfi Akad. Işıkla Karanlık Arasında yarattığı aydınlık alanda yaşadı hayatını da, sinema serüvenini de. Bilge bir duruşun taşıyacağı sessizlikte ve fakat kısa insan ömrüne çokca iyi işi sığdırma ustalığında yaşadı. Son ustalığını da kaleminin sineması kadar güçlü olduğunu okuduğumuzda gördüğümüz, usta işi bir edebiyat eseri olan yaşam öyküsünü, sinema serüvenini aktardığı Işıkla Karanlık Arasında adlı otobiyografik kitabıyla gösterdi.
Değeri tam olarak anlaşılamasa da, kıymeti sağlığında bilindi, hem yaptığı işlerle hem de duruşuyla övgüler, ödüller aldı. Çok daha fazlası olabilmeliydi. Lütfi Akad ustanın bize bıratığı büyük mirastan biz yeterince ve doğru yararlanabilecek miydik? Kendi ustalarını, kültürel miraslarını yok sayan bir ‘geleneğin’ mirasçılarıydık. Okullarına okuyan genç arkadaşlarımızla konuştuğunuzda neredeyse hepsinin düşlerini, Tarantinoların, David Lynchlerin, Tarkovskilerin ve ürettiklerinin süslediğini görürsünüz. Sözü edilenler dünya sinemasının ustaları, önemli sinemacıları. Neredeyse her sinema öğrencisi, her genç sinemacı okulu bitirip film yapmaya başladığında Tarantino, David Lynch, Tarkovski vb. gibi bir sinemacı olduğunu düşünüyor, bunu dillendiriyor. Hedeflerini, düşlerini büyük tutmaları elbette güzel fakat Ö. Lütfi Akad, Metin Erksan, Halit Refiğ, Memduh Ün, Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney isimlerini duyamıyor olmak yalnızca üzücü değil düşündürücü de. Bu elbette ‘yalnızca’ genç arkadaşlarımızın suçu değil. Bunda eğitim sisteminin rolü de sorgulanabilir. Bir elin parmaklarıyla saydığımız (ve çoğaltabileceğimiz) bu isimlerin, bu coğrafyanın büyük/önemli sinemacıları, önemli kültür insanları olduğunu bilmek söylemek yeterli değil.
Ö. Lütfi Akad da yalnızca bir sinemacı değil, önemli bir kültür insanıydı. Tanıştığımızdan bu yana aramızda bir anne-oğul ilişkisi oluşan ve yıllardır aynı sıcaklıkta süren Sezer Sezin’in Lütfi Akad’ın hiç düşünmüyorken, bu yönde bir seçimi yokken yönetmenliği seçmesinde ve sürdürmesinde büyük payı vardı.
1916 yılında doğan Lütfi Akad, Galatasaray Lisesi’nin ardından İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nun Maliye Bölümü’nü bitirir. Askerlik dönüşü, bir süre Osmanlı Bankası’nda çalışmaya başlar. Şakir Sırmalı, mahalleden gençlik arkadaşıdır. Temel Karamahmut’la da liseden tanırlar birbirlerini. 1946 yılıdır, sinema işine girmeyi düşünmüyordur çünkü ona göre böyle bir iş/meslek de yoktur. Olsa olsa bir tutkudur sinema. Akıllı uslu insan işi değildir; tutkulu insan işidir. Şakir Sırmalı o günlerde Domaniç Yolcusu adlı bir film çekmeye başlar. Şakir Sırmalı’nın yönettiği filmde yapım yönetmenliği yapar Lütfi Akad da.. Muhsin Ertuğrul’un başından sonuna kadar damgasını vurduğu, tek isim olarak anıldığı, 1922’de başlayıp 1939 yılına kadar tiyatrocuların egemenliğinde geçen, çekilen 27 filmden 23’ünü Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “Tiyatrocular Dönemi” geride kalmış, “Geçiş Dönemi” olarak anılan, gibi genç ve yeni yönetmenlerin filmler çektiği günlere gelinmiştir. Şakir Sırmalı da o dönemde çekmeye başlar filmlerini. Sinema bir kez daha yeniden keşfediliyordur.
Yeni kuşak eskiyle tüm köprüleri atmış, el yordamı ve sezgileriyle yeni arayışlara girmiş filmler çekiyordur. Lütfi Akad da hiç aklında yokken Şakir Sırmalı’nın teklifiyle bu dünyanın içinde bulur kendini. O günlerde Hürrem Erman’la da tanışmıştır.
Kurgu paralel yürüyordur ve zorunlu rastlantılar sıraya girmiştir. Sezer Sezin’in isteği ve Hürrem Erman’a baskısıyla Erman Kardeşler film yapım şirketi kurulmuş ve filmler çekmeye başlamıştır. Seyfi Havaeri‘nin yönettiği ve Sezer Sezin’in başrolünü oynadığı Damga filmini çekmişler ve umulmadık bir başarı elde etmişlerdir. İkinci film, başrolünü yine Sezer Sezin’in oynayacağı Vurun Kahpeye’dir. Lütfi Akad da Erman Kardeşler şirketi’nin mali işlerine bakmak üzere müdür olarak girer şirkete.
“(…) Erman Kardeşler’de müdür olarak çalışmaya başlamıştım. Erman Kardeşler’in ilk filminde Sezer Sezin oynamıştı. Onun getirdiği bir teklifle Hürrem Bey, ‘Vurun Kahpeye’ üstünde düşünmeye başladı. (…) Satın aldık telif hakkını. Sonra da oturduk, Hürrem Bey, Sezer Sezin, Temel Karamahmut, İbrahim Serpil, Selahattin Küçük ve ben tartıştık. Sanıyorum bir iki günlük bir ön çalışma yaptık. (…) Bir gün sordum Hürrem Bey’e ‘bunu kim yürütecek?’ diye. ‘Sen yapacaksın’ dedi. (…) ‘Bu ağır bir iş. Ben şimdiye kadar böyle bir şey yapmadım’ dedim. ‘Yaparsın, yaparsın!’ dedi. O zaman tereddüt ettim. Sanıyorum Hürrem Bey’in bu teklifinde Sezer Hanım’ın bir etkisi olmuştur. Tabii karar veren Hürrem Bey’di ama Sezer Hanım’ın teşviki olmuştur, sanıyorum. Sezinlediğim kadarıyla böyle oldu.”(*)
Lütfi Akad usta, Işıkla Karanlık Arasında adıyla yayınlanan anılarında o günleri tekrar şu cümlelerle aktarır:
“Bir gün Hürrem Erman bir kitap uzattı ‘Bunu oku bakalım’ dedi. Halide Edip Adıvar’ın ‘Vurun Kahpeye’ adlı kitabıydı, Sezer Sezin getirmiş. (…) Bir gün sırf merakımı gidermek için sordum: ‘Yönetmeni kim olacak bunun?’ Hürrem Erman gülerek ‘Sen’ dedi. Gülüyordu ama şaka eder bir hali yoktu. Ciddi olduğundan kuşkulanarak ‘Ben böyle bir şey yapamam’ dedim. Sakin bir şekilde ‘Yaparsın, biz düşündük yaparsın’ dedi. Biz dediği Sezer Sezin’di. ‘Vurun Kahpeye’ kitabını o seçtiği gibi ‘Aliye öğretmen’ rolünü kendisinin oynayacağı doğaldı. Bu nedenle kafa dengi, rahat konuşacağı, ortak çalışma yapabileceği bir yönetmen arıyordu. Benim bu işin altından kalkabileceğime kendince inanmış olacaktı.”(**)
Filme çekilecek öyküyü Sezer Sezin belirlemiştir, sonrasında senaryo çalışmalarına katılmış, filmi kimin yöneteceğini belirlemiş ve başrolünü oynamıştır.
Sezer Sezin sadece bir oyuncu, sadece bir yıldız değildir. Öncesinde “Erman Kardeşler” film şirketinin kurulmasında Damga, Vurun Kahpeye ve sonraki filmlerde yaşanan tüm süreçlerde, sonrasında kimi oyuncuların, yönetmenlerin sinemaya kazanılmasında Sezer Sezin’in önemli katkıları vardır. “Sezer Sezin’in bulduğu bir hikaye ile Hürrem Erman kararını verdi ve ‘Damga’ adını koyacakları filmi Adapazarı’nda çekmeye koyuldular. (…) Baş erkek oyuncunun, elektrik idaresinde çalışırken Sezer Sezin’in zoruyla filmde oynamaya razı olduğu söyleniyordu. Adı Memduh’tu. İleriki yıllarda sinemamızın sözü edilen yönetmenlerinden biri olacaktı.”(***) Sözü edilen başrol oyuncusu Memduh, filmde Turhan Ün adıyla oynayan sonraki yılların usta yönetmeni Memduh Ün‘dür.
1948 yılında ilk filmi, Vurun Kahpeye’yi yönetir Lütfi Akad. Bu film dönemin hasılat rekorlarını kırar. Ardından Lüküs Hayat, Arzu ile Kamber ve Tahir ile Zühre’yi çeker Erman Film’de.
Bir Dönüm Noktası: Lütfi Ö. Akad ve Kanun Namına
Yaşanmış bir olaydan yola çıkarak Osman Seden’in senaryolaştırdığı, Kemal Film adına Lütfi Akad’ın yönettiği, Kanun Namına (1952) bir dönüm noktası oluşturur.
“İsmim Nazım. 32 yaşındayım. Bu şehirde doğup büyüdüm. Bu film benim hikayemdir. Başlangıçta herkesin başından geçebilecek bir hikayeye benziyordu. Şimdi ise kimbilir nasıl bir son beni bekliyor. Şu anda boşluğa düşen bir taş gibiyim. Karanlıklarla dolu olan bir boşluk. Her şey ne kadar güzel başlamıştı.”
Karısını ve baldızını baştan çıkaran, onlara göz koyup tuzak kuran adamı öldüren ve tamirci atölyesinde kıstırılan Nazım Usta’yla polis arasında karşılıklı ateş açılmaktadır. Polis, Nazım’a ‘kanun namına’ teslim olmasını emreder. Sonra geriye dönüp yaşananları, gelişmeleri, olayların bu noktaya nasıl geldiğini izleriz. Aynı zamanda Ayhan Işık’ı da yıldızlaştıran “Kanun Namına” yaşayan tiplerin öyküye girdiği, gündelik olaylar ve doğal çevrenin kullanıldığı bir filmdir. Ayhan Işık’ı da üne kavuşturan Kanun Namına Akad’ın baş yapıtlarından biri olur.
Yine gerçek bir olaydan yola çıkan Altı Ölü Var (1953), taşra kasabalarının dar ve kapalı çevresindeki aşk, kıskançlık ve iktidarsızlık dramını; Amerikan gangster filmlerini andıran Öldüren Şehir (1954) büyük bir kentin –İstanbul- tuzaklarını aynı canlılıkla yansıtır. Akad, Yaşar Kemal’in bir öyküsünden uyarladığı Beyaz Mendil’le (1955) yalnız kent değil köy çevresini de başarıyla yansıtabileceğini ortaya koyar, ikinci önemli çıkışını yapar.
Attila İlhan’ın senaryosunu yazdığı, Yalnızlar Rıhtımı o dönem büyük tartışmalara yol açar. Arka arkaya filmler çekmeye başlamıştır o yıllarda. İpsala Cinayeti, Öldüren Şehir, Meçhul Kadın, Zümrüt, Üç Tekerlekli Bisiklet, Vesikalı Yarim, Ana, Kızılırmak Karakoyun, Hudutların Kanunu, Anneler ve Kızları, Vahşi Çiçek, Bir Teselli Ver bunlardan bazılarıdır.
1967 yılında Yılmaz Güney’le birlikte çalışarak gerçekleştirdiği Hudutların Kanunu, Akad sinemasının dönüm noktası olur. Lütfi Akad, Alim Şerif Onaran’la yaptıkları söyleşide o dönemi şöyle anlatır:
“Benim ikinci dönemim Hudutların Kanunu ile başlıyor. O tarihe kadar olan dönem film yapma dönemiydi. Şimdi sinema yapma dönemine geliniyor. Buraya kadar dil meselesi olarak ne varsa hepsini denedim. Her film, bir sonraki film için müsvedde olmak üzere yapılmış çalışmalardı.”
Bu filmden sonra Türk sinema tarihinin en önemli üçlemesi olan Gelin, Düğün ve Diyet ile; Türkiye’de iç göç sorununu ele alan filmler yapar.
1968 yılında ulusal sinema tartışmaları kapsamına şunları söyler Akad:
“Ulusal Türk sineması halkçı bir sinema olmalıdır. Bundan halk gerçeklerinin özelliklerine dayanarak, halkın gerçeklerine dayanmadıkça ve halkın diliyle söylenmedikçe, halka varamayışının, daha kötüsü, olumsuz bir tepkiyle karşılandığının acı tecrübesi bugün apaçık ortadadır… Tutulacak en olumlu yol, bütün meselelere sırça köşkünün batıya açık penceresinden bakanları bu yargılarında desteklemektir. Şu anda hiç olmazsa sinemayı kurtarmak için, çevrelerince aydın sanılanları bu sanattan uzak tutmakta fayda vardır. Türk sinemacıları ulusal sinemanın çıkar yolunun bilincindedirler.”
Akad kendi özgün sinema dilini yaratabilmiş “auteur” bir yönetmendir. Oluşturduğu özgün dil, sadedir, duru bir şiirselliği yansıtır. 1964 – 1974 yılları arasında belgeseller ve televizyon filmleri çeker Ö. Lütfi Akad. 1974 yılından sonra film çekmeyen Akad, uzun yıllar Mimar Sinan Üniversitesi Sinema- Televizyon Bölümü’nde öğretim üyeliği de yapmıştı.
(*) Ö. Lütfi Akad. Işıkla Karanlık Arasında, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Nisan 2004
(**) – (***) a.g.e.
NOT: Bu yazı Modern Zamanlar Dergisinin 24. sayısında yayınlanmıştır.