19. Altın Koza Film Festivali‘nden En İyi Erkek Oyuncu ve halk jürisinin En İyi Film ödülleriyle dönen Lal Gece filminde “damadı” canlandıran İlyas Salman; 49. Altın Portakal Film Festivali‘nde de Onur Ödülü aldı. Sinemamızın unutulmaz karakterlerini belleklere kazıyan usta oyuncu; 24 yıl aradan sonra yönetmen Reis Çelik‘in Lal Gece filmiyle beyazperdeye dönmeyi seçti. Salman‘la çocuk gelinler meselesini ve Lal Gece‘yi konuştuk.
Bu kadar yıl sonra beyazperdeye Lal Gece ile döndünüz. Peki neden bu film?
Benim kişiliğimde dertleri paylaşmak diye bir şey var. Biz burada insanlığın ortak bir sorununu anlattık. Bu 13 yaşındaki bir kız çocuğunun olduğu kadar 63 yaşındaki İlyas Salman‘ın da sorunudur. Öyleyse elinden gelen şekilde ortaya koyacaksın bunu. Örneğin birileri senfoni yazsın bu konuda, birileri fotoğraflar çeksin, 13 yaşındaki kız çocuklarıyla sübyancı dedelerin yan yana getirilmesinin hikayesini anlatsınlar. Yani, “Bu yaşa geldim o halde bu rolü oynarım” diye düşünmedim hiçbir zaman.
Filmlerinizde seçici olduğunuzu, Türkiye’nin sorunlarına gerçek hayattaki duyarlılığınızı filmlerinize de taşıdığınızı biliyoruz. Film, çocuk gelinler sorununa bir pencere açıyor ve meseleyi çift taraflı sorgulatıyor, peki İlyas Salman ne diyor bu konuda?
Öyle sorunlar vardır ki sınıfsaldır, sınıfları, katmanları ilgilendirir. Öyle şeyler vardır ki, bütün evreni ilgilendirir. Bu 12-13 yaşındaki kız çocuklarının 50-60 yaşındaki adamlara satılması meselesi sadece Türkiye’de, sadece Doğu’da yaşanan bir mesele değil. Ben daha önce bu yanılgıyı taşıyordum açıkçası. “Bu, sadece Doğu’da görülen bir aşiret sorunudur” diyordum. Reis bana senaryoyu verdiğinde bir düşündüm, aklıma hep oralar geldi. Sonra bir araştırma yaptım; Edirne’den Hakkari’ye, Ankara’ya, İzmir’e, Avrupa’ya, Madagaskar’a, Amerika’ya varıncaya kadar her yerde kız çocuklarına karşı bu zulüm yaşanıyor. Bir Arap şeyhinin Tayland’dan 13 yaşında bir kız ya da oğlan çocuğunu haremine katmasından farklı bir şey değil filmde gördüğümüz. O halde tüm dünyanın sorunu bu!
Film, sorunu sorgulatıp yanıtı izleyiciye bırakıyor. Peki bu evrensel soruna sizin bir çözüm öneriniz var mı?
Evrensel bir sorunu anlattık ama epik tarzda anlattık. Hikayeyi anlattık, istedik ki sonunu seyirci bağlasın. Brecht bir şey diyor: “Siz kendi sorduğunuz soruya sanatçı olarak yanıt vermeyin ya da yol göstermeyin. Sanat bomba değildir, sanat bir çakıdır. Politik bir soru işareti çentiği atabilirseniz, ne mutlu size” diyor. Biz de bu evrensel sorunu koyduk ortaya ve çözümü izleyiciye bıraktık. Bizim kafamızda elbette bir çözüm var fakat süreç isteyen bir çözüm bu.
Sizinle başrolü paylaşan Dilan Aksüt’le karşılıklı nasıl çalıştınız? Onun için zor olmalı…
Dilan Aksüt de ilk kez kamera karşısına geçti. Tiyatro eğitimi yok. Reis çok destek oldu, ben de elimden geldiğim kadar destek oldum. Ama hep şunu söylemişimdir: Sinema yönetmen sanatıdır. Oyuncuyu odun haline getirebildiği gibi ben haline de getirebilir. O yüzden o seti yöneten insanın fonksiyonunun çok önemli olduğuna inanıyorum. Benden sağlıklı bir oyunculuk istiyorsa benden ne istediğini anlatabilmeli.