Beğendim dediysem, 5 üzerinden 3,5 yıldız ikisine de, üstü değil. Ses‘in sineması Büşra‘ya, Büşra‘nın öyküsü Ses‘e üstün geliyor belki ama toplamda artı ve eksileri kafanızda şöyle bir tarttığınızda, 5’lik sistemde hakkaniyetli bir not oluyor sanırım 3,5.
Büşra’yı Salı günü izledim. Film kadar merak ettiğim bir diğer şey de o gün gösterime geleceğinden beni haberdar eden Yeni Şafak gazetesi sinema yazarı Ali Murat Güven‘in görüşüydü. Mâlum, onun tepkime alanına ve karasularına daha çok giren bir mevzusu var filmin. Elbette öyle değil aslında. Türk toplumunu ilgilendiren bir mevzu bu. Her iki taraftan yobazların çabalarıyla gittikçe kutuplara itilen, böylelikle aralarındaki mesafe giderek açılan iki grubun çatışması, hayatımızı çirkinleştiren, geleceğimizi tehdit eden bir gerçeğe dönüştü artık. Büşra da bu rahatsızlığı benim gibi hisseden, bu soruna tarafsız, insanca ve olabildiğince iyimser bakmaya çalışan bir film. Üstelik her ne kadar yumuşatılmış olsa da, sosyal içerikli bir romantik komedi tadında ilerlese de, cesur bir film. Büşra marjinal bir yazara aşık olan burjuva müslüman sınıftan tesettürlü bir kızdır…
Bahadır Boysal‘ın çizdiği çizgi romanı hatırlıyorum. Filme dönüşürken aynı kalan şeyle de olmuş, farklılaşan da. Aynı kalan şeylerden biri Boysal’ın çizgi romanından film için yapılan storyboard’a yansıyan, sonrasında da perdede etkileyici bir sahneye dönüşen kareler. Boysal’ın müthiş gözlemleriyle oluşturulan karakterler. Ki bu karakterlerden ne kadar çok var filmde, tıpkı hayatımızda oldukları gibi. Çizgi romana göre daha gerçekçi hale getirilmiş, basitleştirilmiş bir hikaye yansıyor perdeye tabi. Bakış açısı da sol çizgiden biraz daha ortaya kaydırılmış tabi.
Semboller ve sembolik karelemeler var filmde. Çizgi romanda da karşımıza çıkan aynalar, maskeli balodaki kostümler, küçük gagler gibi dursalar da aslında anlamlı göndermeler içeren espriler… Büşra’nın hep çerçevenin sağında, Yaman’ın ise sola yerleştirilmesi, filmin sonuna doğru ortada buluşmaları… Ve Ennio Morricone‘nin bile imza atmış olmak isteyeceği tek film müziği olan Cahit Berkay imzalı Selvi Boylum Al Yazmalım‘ın final kullanımı… Ki hayatımda ilk defa bir basın gösteriminde bir sahnenin alkışlandığını gördüm. Bunun nedeni Büşra’nın içimizdeki sağcıya, solcuya, dinciye, laiğe, kemaliste değil, insanlığımıza seslenmesi…
Ben ayrı kutuplara konuşlanan iki grubu da aynı anda eleştirebildiği, bunu yaparken – kanımca – tarafsızlığını muhafaza edebildiği için sevdim Büşra’yı. Büşra elbette bir Takva değil. Eksikleri var. Ama fenç yönetmen Alper Çağlar daha ilk filmiyle, hem de uyarlama olan ilk filmiyle yalnızca yüreklerimizi ısıtmakla kalmıyor, geleceğe umutla bakabilmemiz hala mümkün olduğunu da hatırlatıyor. Bu arada… Ali Murat Güven filme 5 üzerinden 4 yıldızı veriverdi. Yani benden daha çok beğendi filmi. Muhafazakar kesimin geri kalanı da onu gibi önyargısız ve soğukkanlı bakabilir umarım bu filme. Aynısını diğer kutup için de diliyorum ama bu umudumu törpüleyen yorumlar da duymadım değil.
Kaptan Feza’da yaşadığımız hayal kırıklığının ardından iyi olması için Sevin Okyay ile birlikte dua ettiğimizi keşfettiğim bir sonraki günkü gösterimde ise Ümit Ünal‘ın Ses‘ini izledim. Başarılı bir tür filmi olduğunu kabul etmek gerekiyor filmin. Sinema yazarı, romancı Uygar Şirin tarafından yazılmış eli yüzü düzgün senaryo gayet iyi filme çekilmiş. Görsellik ve mekan seçimleri başarılı, olay örgüsünün sürükleyiciliği yerinde, türün gereği olan merak uyandırma ve “anlık gerilim” unsurları eksiksiz. Ama finale yaklaştıkça giderek artması ve tepe yapması gereken “süreğen gerilim” hep aynı seviyede ilerliyor. Bu öykünün bir kusuru, çünkü size “dağ fare doğurdu” dedirten bir öykü Ses’inki. Ama eldeki öykü olabilecek en iyi şekilde sinema olmuş.
Kıyas her zaman en iyi fikir veren metoddur. Taylan Biraderler‘in Küçük Kıyamet‘i kadar başarılı değil Ses. En azından öykü ve kurgu anlamında… Teknik anlamda Ses belki daha iyi ama tür filmlerinde bence teknik öyküyü-kurguyu destekleyen bir şeydir, yani filmin notunda daha belirleyici olan öyküdür. Öyküyle ilgili bir diğer zaaf da birkaç ayrıntının yeterince ikna edici olmamasından kaynaklanıyor.
Yazıdan ayrı düz notlar:
İster gönderme, ister çağrışım deyin…
Büşra’nın sonunda Büşra’ya “Yalnız değilsin!” diyor Yaman. Bu bana hemen 1990 tarihli Yalnız Değilsiniz‘i hatırlattı. Mesut Uçakan‘ın başörtüsü sorunsalının işleyen filmi Beyaz Sinema’nın sembol ve miladi filmlerinden biridir. Filmden çok kopuk bir cümle değildi Yaman’ın ki, çünkü kendisi yalnızlık üzerine yazan bir adamdı. Yine de böyle bir cümlenin “gönderme” olarak kabul göreceğini hesaba katmamış olduğunu varsayamıyorum yönetmenin. Ki bu da filmin tarafsız bakışında bir çatlak gibiymiş gibi görünüyor gözüme.
Halit Refiğ‘nin 1986 tarihli filmi Teyzem, Ümit Ünal’ın Milliyet gazetesinden ödüllü senaryosundan çekilmişti. Ses’in bir düğün sahnesiyle açılması, Derya’nın Ses’i ilk kez – en azından filmde – orada duyması ve dengesiz ruh hali bana Teyzem’deki benzer bir sahneyi anımsattı. İyi saatte olsunlar Üftade’nin (Müjde Ar) aklını iyice kaybedip gitaristi (Yaşar Alptekin) kendisini terk eden sevgilisi sandığı sahne….