Hayata Röveşata Çeken Adam (En man som heter Ove – A Man Called Ove)
Kuzey soğukluğunu absürt komediyle süsleyen açılış sahnesinin ardından huysuz ihtiyar başkarakterini tanıtmaya girişen film akışkanlığı olmayan hatta biraz kopuk sahnelerle ilerlemeye çabalıyor. Ove’nin karşısındaki eve taşınan üçüncüye hamile İranlı kadının varlığıysa standart bir “batılının yüreğini yumuşatan doğulu” hikayesi izleyeceğimizi düşündürüp üzüyor. Neyse ki yanılıyoruz. Çok geçmeden klişelerden yaşam enerjisi üretmeyi başarıyor İsveç’in Oscar adayı.
Hayatındaki en önemli insanı, eşini kaybettikten sonra kabuğunu iyice sertleştiren ve sonunda da intihar etmeye karar veren Ove’nin boş veremeyişi, “bir an sonra ölmüş olacağım, bana ne” diyemeyip sürekli son anda karşısına çıkan görevleri yerine getirmeye çabalayışı karakteri anlatan en önemli durum. Ove yaşamını kurallara, düzene ve adalete adamış. Babası iş kazasında öldüğünde peşin ödenen aylığı iade eden biri o. Sevgisini ya da sevincini asla ifade edemeyen ancak söz konusu bir marka bile olsa tutkularına dört elle sarılan biri.
Filmin zayıf karnı, o da ancak kötü niyet ararsak; bir İranlı, bir eşcinsel, bir hasta, bir yarım akıllı, bir kedi, üç çocuk ve bir kötü kalpli sistem insanından oluşan klişe yan karakterleri diyebiliriz. Hepsini kullanıp ödüle oynadığı iddia edilebilirdi, “insanlar aslında hep aynı, sadece isimleri değişiyor, aynı insanlar hep” minvalinde bir cümle kurmayı akıl edemeseydi.
Hayatta herkesin karşısına Sonja gibi biri çıksın dileğiyle…
Annemin Gözleri (The Eyes of My Mother)
“Ne kadarını görmeye dayanabilirsiniz?” testi gibi bir film Annemin Gözleri. Sinema tarihinden onlarca referansı art arda kullanırken birbirinden rahatsız edici sahneleri de “tam göstermiyorum ama gölgede kalan kısımda ne olduğunu çok iyi biliyorsunuz” cüretkarlığıyla sıralıyor.
Sinirleriniz çelik gibi, gördükleriniz de “sadece bir film” ise etkilenmeniz güç zira senaryonun psikolojik alt metni esnetmekten başka işe yaramıyor.
Hamintikam (Prevenge)
Hamile bir kadın, masum bir kadındır ön kabulünü yıkma çabasındaki Hamintikam’ın yazarı Türkiye’deki hastanelerin kadın-doğum servislerinde bir tur atsa, fikrinin ne kadar saçma olduğunu anlayıp bu filmi yapmazdı muhtemelen. Hormonları tarafından ele geçirilmiş milyonlarca gebenin ve onların öfkesine-şiddetine maruz kalan progesteron mağdurlarının da bana hak vereceğine eminim.
Eşinin ölümünden sorumlu tuttuğu bir grup insanı sırayla öldüren Len, içinde büyüyen şeytani bebeğin söylediklerini yaptığını iddia ederek seyirciyi son düzlüğe kadar oyaladıktan sonra dünyaya getirdiği normal bebeği gösterip “sorun sende değil bendeymiş” finaliyle yavrucağızı tamamen aklayıp seyircisini hayal kırıklığına uğratıyor. Kendi şeytani fikrinden korkup finalde çark eden senarist yönetmen Alice Lowe’ye üç çocuk diliyorum.