Bol ödüllü, başarılı yönetmeni Frank Darabont, Ray Bradbury’nin kült distopya romanı Fahrenheit 451’i filme çekmek için hazırlık yapıyor. Ünlü roman, 1966 yılında François Truffaut tarafından sinemaya uyarlanmıştı. Truffaut yorumu romanın derinliğinden yoksun olmakla birlikte yeni yorumunun nasıl olacağını filmi görünce anlayacağız.
Rıza Oylum
2009 En iyi Yabancı Film Oscarı’nı alan Arjantinli yönetmen Juan José Campanella‘nın yönettiği El Secreto de sus Ojos’un da Hollywood versiyonuyla tanışacağımız kulamıza gelen haberlerden. Denzel Washington‘un başrol oyunculuğunda çekileceği söylenen filmin yönetmen koltuğuna Billy Ray olacak gibi görünüyor.
Alman yapımı gerçek hikayeden uyarlanan 2001 yapımı Das Experiment filmi de 2010’da The Experiment olarak Paul Scheuring’ın yönetmenliğinde Hollywood izleyicisinin beğenisine sunulmuştu. Amerikalı başarılı yönetmen David Fincher da son yılların çok satan kitabı Ejderha Dövmeli Kız’ı sinemaya uyarlamıştı. Geçtiğimiz yıl gösterime giren film, İsveçli yönetmen Nils Arden Oplev’in 2009’da çektiği filmden sonra ikinci bir versiyon olarak karşımıza çıkmıştı. Hollywood’un yeniden çevrimler kervanını giderek genişlettiği son yıllarda neler olup bittiği bu vesilelerle hatırlatmak istedik.
2000’lerle beraber Amerikan sinema endüstrisi eski gücünü kaybettiğini anlamak zor değil. Özellikle 90’ların ilk yarısında yarattığı filmlerin gölgesinde bir seyir izleyen Hollywood, bu durumu değiştirmek için farklı çözüm yolları aramaya başladı. Bir dönem, tarihi filmlere ağırlık veren endüstri, bu filmlerin ağır yapım maliyetleri taşıması ve eskisi kadar talep görmemesi üzerine alternatif arayışlarını sürdürdü. Özgün senaryoların yazılamıyor oluşu film yapımcılarını kara kara düşündürmeye başlamıştı. Hemen hemen bütün temaların birçok kez denenmiş olması ve izleyicilerin klişelerden sıkılmış olmaları yapımcıların işini iyice zorlaştırmıştı. Hal böyleyken birçok bölge sineması oldukça etkileyici filmler yapmaya çıkarıyordu. Latin Amerika sineması Amores Perros’la söyleyecek yeni şeyleri olduğunu gösterirken, Uzakdoğu sineması dünyanın her yerinden ilgiyle izlenen filmlere imza atabiliyordu. Hollywood yapımcıları bu gelişmelere kayıtsız kalması düşünülemezdi. Latin ülkelerinden başarılı yönetmenleri devşirme yoluna giderken, Uzakdoğu sinemasından da başarılı filmlerin senaryolarını satın almaya başladılar.
Aslında Hollywood’daki yeniden çevrim geleneği yeni değil. İkinci Dünya Savaşı sonrası Japon sinemasının en yaratıcı yönetmeni Kurosawa’nın filmlerinden esinlenmeyi bilmişti Hollywood. 1954 yapımı Shichinin No Samurai filmi, 1960’ta John Sturges tarafından Hollywood’da meşhur western filmi The Magnificent Seven’a dönüştürülmüştü. Ustanın 1961 yılında çektiği The Bodyguard ise Sergio Leone tarafından 1964’te Amerikalı oyuncularla çekilen en iyi western filmlerinden biri A Fistful of Dollars’a kaynaklık etmişti. Ancak son dönemde bu durumun örnekleri oldukça arttı. Kimi zaman başarılı olan yeniden çevrimler çoğu zaman da asıllarını aratıyor.
Yeniden çevrimlerin en ses getiren örneklerinin başında 1998 yılında Hideo Nakata’nın çektiği The Ring filmi geliyor. Korku filmlerine yeni bir anlayış getiren film, 2002 yılında Gore Verbinski’nin yönettiği Hollywood uyarlamasıyla karşımıza yeniden çıktı. İlkinden haberdar olmayan büyük bir izleyici kitlesi bu ‘yeni’ filmi ilgiyle izledi.
Bazen yeniden çevrimlerde yeni bir yönetmen yerine aynı yönetmenin aynı filmi tekrar çekmesiyle oluşabiliyor. Alman yönetmen Michael Haneke, 1997’de Almanca olarak çektiği Funny Games filmini on yıl sonra neredeyse aynı şekliyle tekrar çekmişti. İngilizce olarak, tanınmış Hollywood oyuncularıyla çekilen bu yeni versiyonla sinema tarihinin ender örneklerinden birini yapan Haneke, iki versiyonda da rahatsız ediciliğini sürdürmüştü. Bazen de aynı oyuncuyu barındıran bir yeniden çevrim karşımıza çıkabiliyor. Şili doğumlu İspanyol yönetmen Alejandro Amenábar‘ın hem yazıp hem yönettiği, 1997 yapımı Abre los Ojos zekice senaryosuyla yönetmene uluslararası başarı getirmişti. Eduardo Noriega ve Penélope Cruz’un başrollerinde oynadığı film, 2001 yılında Hollywood yolcusu olmuştu. Cameron Crowe‘un Vanilla Sky ismiyle yeniden çektiği filmde, Penélope Cruz yine Sofía rolündeydi. Başarılı bir yeniden uyarlama olan Vanilla Sky başrolde oynayan Tom Cruise’un filmografisindeki nitelikli örneklerden bir haline geldi.
Başka bir başarılı uyarlama ise Martin Scorsese tarafından yapıldı. Mak Siu Fai ve Wai Keung tarafından 2002 yılında çekilen Infernal Affairs filmi, 2006 yılında yeniden çevrildi. Martin Scorsese’in hikâyeyi Amerika’ya uyarlamasıyla The Departed ortaya çıktı. Başarılı bir yeniden çevrim olan The Departed, Martin Scorsese’in uzun süredir hayalini kurduğu Oscar ödülüne sahip olmasını da sağlamıştı.
Bu başarılı uyarlamalardan sonra yapımcılar gözlerini Uzakdoğu sinemasına dikip keşfedilmemiş film avına çıktılar. Ancak her başarılı Uzakdoğu filmi, Hollywood eliyle kitlelerin kabul edeceği bir filme dönüşmüyordu. Orijinallerinin gölgesinde kalan çok sayıda film yapıldı bu dönemde.
2001 yılında Jae Young Kwak tarafından çekilen My Sassy Girl başarılı bir Kore filmi olarak sinema tarihinde yerini almıştı. Eğlenceli bir romantik komedi olur da yapımcılar onun peşini bırakır mı? Tabii ki bırakmadılar. Filmin uyarlaması 2008’de Yann Samuell tarafından aynı isimle yapıldı. Beklenen etkiyi yapmayan film için ‘olmamış’ demek haksızlık olmaz.
2000 yapımı Siworae ise 2006’da The Lake House adıyla uyarlandı. Yönetmen Alejandro Agresti idi. Film Keanu Reeves ve Sandra Bullock gibi meşhur Hollywood oyuncularıyla çekilmişti.
2004’te Taylandlı yönetmen Banjong Pisanthanakun’ın çektiği Shutter ise 2008‘de aynı isimle Hollywood yolunu tuttu. İlkinin izleyici üzerinde yarattığı gerginliği vermeyen Hollywood yorumunu Japon yönetmen Masayuki Ochiai çekmişti.
Korku ustası Hideo Nakata tarafından çekilen 2002 yapımı Dark Water, fazla zaman geçmeden 2005 yılında Walter Salles tarafından yeniden çevrildi. Ne var ki film orijinalinin yaptığı etkiyi yapmaktan oldukça uzaktı.
İspanyol sinemasının ender zombi filmlerinden 2007 yapımı Rec filmi de jet hızıyla Hollywood tarafından yutulanlardan biri. Film 2008’de Quarantine ismiyle yeniden çevrildi. Öyle ki Türkiye’de ikisi aynı anda vizyonda buluşmuşlardı.
Chan-Wook Park’ın 2003 yapımı kült filmi Oldboy’un da çekim haklarının alındığı biliniyor. Böylesi etkileyici bir filmin yeniden çekiminin ne ifade edeceğini ise zaman gösterecek.
Kimi zaman Latinlerden, bazen Avrupa’dan çoğunlukla da Uzakdoğu ülkelerinden başarılı filmleri yeniden çekmeye yoluna giden Hollywood yapımcıları, filmlerin ülkelerinin yerel kültürleriyle kurdukları ilişkileri kopardıklarından çoğunlukla orijinallerin yaptığı etkiyi yapmaktan uzak çevrimlerle izleyicini karşısına çıkıyorlar. Özellikle Uzakdoğu sineması için Uzakdoğu kültürünün insani öğeleri önemseyen yanları önemli bir kaynak oluşturuyor. Hollywood yapımlarının bu kültürel altyapıdan yoksun olmalarıysa aynı etkiyi yapmalarını engelliyor. Çok daha geniş imkânlarla film çekiyor olmaları ise çoğu zaman durumu değiştirmiyor.