Değeri sonradan anlaşılmış bir sinema dehası olan Buster Keaton’ın filmleri bizi sinemanın siyah beyaz ve sessiz yıllarına götüren bir biletse, onun aslında çok şey ifade eden ifadesiz yüzü de o biletin üstüne vurulan damgadır. Saga Collection’dan çıkan boxset bu yolculuğa çıkmanızı mümkün kılacak böylesi üç bilet içeriyor: General, Bill’in Buharlı Gemisi, Üniversite.
Ege Görgün (Landlord)
1895 yılında doğan Joseph Frank “Buster” Keaton VI tam anlamıyla çekirdekten yetişme bir komedyendi. Daha beş yaşındayken Vodvil* oyuncuları olan anne babasıyla aynı sahneyi paylaşıyordu. Kısa zamanda adı İncitilemeyen Küçük Çocuk’a çıkmıştı çünkü babası Papa Joe Keaton onu sahnede adeta bir basketbol topu gibi oraya buraya fırlatıyordu. Bir rivayete göre “Buster” lakabını da alması da bu özelliğiyle alakalıydı. Altı aylıkken merdivenlerden yuvarlanmış ama burnu bile kanamamıştı. Çalıştıkları şovu babasıyla birlikte yöneten ünlü sihirbaz Harry Houdini bu sahneye şahit olmuş ve – çevirimi mazur görünüz, “Herifçioğluna bak sen!” gibisinden bir şey demişti. Böylece “Herifçioğlu”nun muhtemel Türkçe karşılıklarından bir olan “Buster” lakabı resmi olarak zimmetine geçirilmiş oldu Keaton Üçlüsü’nün gelecekteki en genç üyesinin.
21 yaşına kadar anne babasıyla sahneye çıkan Buster, yaşlandıkça alkole daha çok bağlanan babasının baskısı altında yaşadı. Köle gibi çalışıyordu, kendine ait üç kuruşu yoktu. Ama yaşadığı sıkıntıları dışa vurmamayı o zamandan düstur edinmişti. Şikayet etmedi, duygularını dışa vurmadı. Hayata karşı bu tavrını sahne performansına da taşıdı. Ne olursa olsun gülmüyor, ağlamıyor, seyirciye duygusunu hiçbir şekilde belli etmiyordu. Sanki onun yüzü değil de bu, ifadesiz bir palyaço maskesiydi. Bu şekilde seyirciden daha iyi bir geri dönüş – ki bu da kahkahalara tekabül ediyordu – aldığını da keşfetmişti. Ölümünün ardından bile Great Stone Face – Büyük Taş Surat olarak anılmasına yol açacaktı bu.
Buster Keaton 1917’de stoacıları anımsatan bu ifadesiz yüzü, o güne kadar geliştirdiği akrobatik becerilerini ve sahne sanatları dehasını beyazperdeye taşıma fırsatı yakaladı. Kendi de komedyen olan ama buna yönetmenlik ve senaristlik titrlerini de ekleme fırsatı yakalamış Şişko (Fatty) Roscoe Arbuckle ona The Butcher Boy filminde oynamayı teklif etti. Keaton kabul etti ama bir şart öne sürdü: Kendisine kısa süreliğine bir kamera ödünç vereceklerdi. Buster bu aletin nasıl çalıştığında, nabıl kullanıldığına her şeyi öğrenmek istiyordu. Kaldığı otelin odasında kamerayı tamamen söküp sonra tekrar bir araya getirdi. Film çekilmeye başlandığında Keaton artık bazı sahnelerde yönetmen yardımcısı olarak kamera arkasına geçmeye hazır bir durumdaydı. Arbuckle ile toplam 14 kısa film çektiler. Şapkası, bastonu ve kendine has bzı akrobatik hareketler (Sırt üstü düşüp sonra anında ayakların üstüne yenilden dikilmek gibi.) onun alametifarikası olmuşlardı. (Jackie Chan onun akrobatik hareketlerinden ne kadar etkilendiğini itiraf edecekti yıllar sonra)
Arbuckle ile çektiği kısa filmlerin başarısı üstüne yapımcı Joseph M. Schenck, Buster’a kendi filmlerini çekebileceği bir ortam sundu. One Week (1920), The Playhouse (1921), Cops (1922) ve The Electric House (1922) gibi kısa filmlerin ardında uzun metrajlı Buster Keaton filmlerinin çekimi için start verildi.
1920’li yıllar Buster Keaton için güzel geçti. Sonra ele alacağımız üç film dışında çektiği Our Hospitality (1923), The Navigator (1924), Sherlock Jr. (1924), Seven Chances (1925) döneminin ses getiren filmleri oldular.
Ama 1928’de MGM stüdyoları ile yaptığı anlaşma Keaton’ın kariyerinin iniş trendine girmesiyle sonuçlandı. Çektiği ilk filmin (The Cameraman -1928) ardından stüdyo özgürlüğünü elinden alacak ve yaratıcılık için kendisine alan bırakmayacaktı. O güne kadar tüm tehlikeli sahnelerde kendisi oynamışken artık dublör kullanmak zorunda kalıyordu. Stüdyo yatırımını korumak konusunda kararlıydı. Yönetmenliği de başkalarına bırakan Buster MGM markası altında The Passionate Plumber (İhtirasçı Tesisatçı), Speak Easily (Yavaş Konuş) ve son olarak What! No Beer? (Ne! Bira Yok mu?) gibi popüler filmlerde oynadı. Keton, MGM ile yaptığı anlaşmayı “hayatını en büyük hatası” olarak hatırladı hep.
1932 yılında babası gibi dertlerini alkolde boğmaya çalışmaya başlayan Keaton, 1935’te bir kliniğe yatırıldı. Kendini toparladığında Hollywood dışında bir iki film çekti. Yurda döndündüğünde espri yazarı olarak MGM’e girdi. 1940’lı yıllarda irili ufaklı karakter rollerinde; ve 50’lerde ise Sunset Bulvarı (1950), Sahne Işıkları (1950), 80 Günde Devrialem (1956) ve Çılgın Dünya (1963) gibi önemli filmlerde misafir oyuncu olarak görünüyordu yalnızca. Ama beyazperdeye yapılan bu kısa ziyaretler onun yeniden keşfedilmesine yol açtı. Eski filmleri yeniden sinemalarda gösterildi, filmleri üniversiteler de tez konusu yapıldı ve nihayet 1959’da kendisine gecikmiş bir özel Oscar takdim edildi.
Keaton 1966’da akciğer kanserin yüzünden 70 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Ölümcül bir hastalığa yakalandığı söylenmemişti kendisine, bronşit olduğunu sanıyordu. Ölmeden bir gece önce arkadaşlarıyla kağıt oynamıştı.
Tüm yeteneğine ve onca filme rağmen sahnede ya da perdede olduğu gibi gerçek hayatta da pek yüzü gülmedi Büyük Taş Surat’ın. En tehlikeli sahnelerde bile gözünü kırpmadan oynayabilmesi belki biraz da kötü giden evlilik, finansal sıkıntılar, örselenen yaratıcı ruhunun husursuzlukları, kısaca mutsuzlukları yüzündendi.
Buster Keaton DVD’leri…
Buster Keaton’u Clyde Bruckman’la beraber yönettiği General (1927) sinemalarda gösterime çıktığında gişede büyük hayalkırıklığı yaratmış olmasına rağmen bugün pekçok sinema otoritesi tarafından sinema tarihinin gelmiş geçmiş en iyi filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Keaton filmde nişanlısı Anabel Lee’yi görmek için kasabasına dönen Johnnie Gray adlı bir demiryolu mühendisini canlandırıyor. Kasabaya vardığı sırada Amerikan İç Savaşı patlak verince Johnnie kasabadaki diğer erkeler gibi hemen askere yazılmaya niyetlenir. Ama mühendis olarak daha değerli olduğu için onu askere almazlar ve bu sebebi de açıklamazlar. Nişanlısı ve ailesi ise bu durumu onun korkaklık yüzünden askere yazılmadığına yorarlar. Johnnie ne yapıp edip o üniformayı giymelidir.
Yönetmen olarak Charles Reisner’ın adı yazsa da, Keaton’ın da yönetmen olarak katkıda bulunduğu 1928 tarihli Bill’in Buharlı Gemisi (Steamboat Bill Jr.) onun son bağımsız yapımıdır. Film, okulunu bitirdikten sonra babasının izinden giderek Mississipi üstünde seyreden bir buharlı geminin kaptanı olan genç bir adamın hikayesini anlatır. Ama Bill babasının en büyük iş rakibinin kızına aşık olunca işler karışır.
Üniversite (College – 1927) spor konusunda son derece beceriksiz bir genç adamı, Ronald’ı konu alıyor. Sevdiği kızı (Anne Cornwall) etkilemek için okulda bir takıma girmeye çalışan Ronald, bütün takımları denemesine rağmen başarılı olamaz. Sonunda biri ona acır ve kürek takımına girmesini sağlar. Sakarlıkları burada da devam eder tabi.