“Bu ülke yakamızı bırakmıyor ki, hayallerimizi yaşayalım” diyen Güvercin, güzel bir mesajı olan fakat oldukça zayıf bir film.
Banu Sıvacı’nın yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı film olan Güvercin, yakında “Yeni Adana Gerçekçiliği” başlığı altında toplayabileceğimiz kadar çoğalan işlerden biri. Şehrin kenar mahallelerinde yoksullukla boğuşan insanların öykülerini anlatan bu filmler Adana’ya özgü çekicilikleri ve doğallıklarıyla öne çıkıyor fakat Güvercin bu bağlamda, şehri filme dahil etme konusunda yetersiz kalıyor. Taşköprü’yü gösterip Pozantı’nın adını anmak yetmiyor ne yazık ki. Belki bütçe, belki prodüksiyon ekibi yetersizliği, belki de yönetmen tercihidir bilemiyorum ama Güvercin’in Adana’sında karakterlerimiz dışında pek kimsecikler yaşamıyor gibi. Düğün, mezat sahneleri kalabalık olsa da filmin geneline, ruhuna bakıldığında ne şehrin sesleri ne Yusuf’un ömrünü harcadığı sokaklar canlı.
Yusuf babası gibi kuşçuluk yapmak isteyen, bir kıza da ilgi gösterir gibi olsa da kuşları her daim en kıymetlisi olan genç bir adam. Evin reisi ağabeyi ve film süresince hakkında hiçbir şey öğrenemediğimiz ablasıyla yaşıyor. Ruhi Sarı’nın nefes alır doğallıkta oynadığı ağabey, kardeşinin işe girip eve para getirmesini istiyor, işin yasallığı ya da çalışma koşulları umurunda olmadan. Yusuf ise Yusuf işte, kuşlarıyla evin damında vakit geçirmek istiyor. Babasının da kendi gibi olması dışında neden böyle biri, onu da öğrenemiyoruz.
Banu Sıvacı ilk filminde alt geçit ve tren sahneleri dışında kamerasının konumuna özen göstermemiş, görüntü yönetimi de yakın tarihli Sarı Sıcak ve Benim Varoş Hikayem ile karşılaştırıldığında üzücü bir basitlikte. Karakterler derinlemesine işlenmemiş, şehrin Adana oluşundan yeterince faydalanılmamış, görsel bir cazibesi yok, hikâye iyi niyetli ama parlak değil derken tüm yük başroldeki Evren Erler’in omuzlarına biniyor ama neyse ki genç aktör bu görevden alnının akıyla çıkmasını bilmiş.
Sözün özü Güvercin iyi niyeti perdeden seyirciye geçen fakat sineması zayıf bir ilk film.