Odamda oturmuş birbirinden pespaye kanalları zaplıyorum. Gurbet ellerde paralar yavaştan suyunu çekmeye başladığından hepten teneke bir yerde kalıyorum. Bulunduğum yeri Amerikan filmlerinden mutlaka tanıyacaksınız:
Cenk Büker
Bir avlu çevresinde U şeklinde dizilmiş iki katlı, Kumburgaz sahil sitesi kılıklı bir motel.
Tek oda; duvarlar bordo-kahverengi ağır desenli duvar kâğıdı, devasa çiçek motifleriyle bezeli bir yatak başlığı ve gofret gibi bir yaylı yatak, yer yer lekeli –umarım kan değildir- boktan duvardan duvara halılar ve arada yanıp sönen bir abajur. Abajurun yanmaktaki kararsızlığı, dışarıdaki asfaltın üzerinde motelin tanıtımını yapan fasılalı yanıp sönen “Vacant Rooms” neonuyla yarışıyor.
Tam o sırada kemik renkli oda telefonum acı acı çalıyor ve kıtalararası bekleme payını hemen tanımakla birlikte, şaşkınlıkla karşımda Landlord’u buluyorum.
İki hafta sonra…
Merhaba Quentin!
Merhaba Cenk!
Nasılsın? Bu aralar neler yapıyorsun?
Hamdolsun. Malum kuzey yarıküre en sıcak zamanlarını yaşıyor. Afedersin sürekli yapış yapış bir durum. Nemden bunaldım ve güneye, hepten güneye kaydım. Beni aradığında uçaktan yeni inmiştim. Anlarsın, tembellik durumları işte, görüyorsun işte, g.tü göbeği hepten saldık…
Quentin, müsaade edersen direkt lafa gireceğim, –hoş sen etmesen de gireceğim sevgili Quentin, zira benim namım acar muhabir, adamın aklını alırım, aklım nerde diye sağa sola bakarsın- ayaklarla ilgili bu olayın nedir kuzum, nedir ayak tabanları, ayak parmakları olsun ayakla ilgili mevzularla alıp veremediğin?
Valla Cenk bu bende hani kendimi bildim bileli olan bir durum. Çıplak ayak gördüm mü bir fena oluyorum. Hani ıslak yün ipliğe ciyk diye bir düğüm atar veya tırnağını tahtaya sürtersin ya, o şekil ama iyi bir hissiyat halinde.
Bizden bir manken de “Yok bir partide tanıştıydık da ayağımı şöyle yaladı, böyle emdi” diye hafta sonu magazin eklerini bayağı meşgul etmişti.
(Hınzırca gülümsüyor) Doğrudur. Gene olsa gene yalarım! Açıkçası benim bu olayım bilinen bir hadisedir. Kimseden sakladığım bir şey değil yani. Hattı zatında, Pulp Fiction ve diğer filmlerde bu mevzuya hep göndermeler yapmışımdır zaten.
Evet, hatırlıyorum. Röportaj öncesi senin hakkında araştırma yaparken gençliğinde bir videocuda çalıştığını duydum…
Artık genç değilsin, pişmaniye vaziyetleri hasıl olmuş mu demek istiyorsun yani?
Yok canım, estağfurullah.
Ah hah hah! Şaka yaptım canım –dizime vuruyor-. Kim söylediyse hakikatli adammış, doğru söylemiş. Hani gençliğinde çok kitap okursan bir müddet sonra bu olay bir renk vermeye, bir şeyler kusmaya başlar ya, onun gibi. Ben de film kültürümü o kulüpte seyrettiğim binlerce filme borçluyum. Bu arada binlerce lafını haybeye söylüyorum sanma, resmen binlerce…
Sağlammış!
Hatta o dükkân bir ara battı ve arşivin çoğunu ben aldım. Biliyorsun o zaman VHS dönemiydi.
Hatırlamam mı? Bizde de VHS mi Beta mı mücadelesi az sürmemişti. Beta’cılar, “Japon yaptıysa bir bildiği vardır, hem bunnar daha küçük, daha kullanışlı” derdi ama pek yemedi.
Yemez. Her şey olacağına varır. O olacağın adına da biz kapitalizm diyoruz.
Ülkemizi nasıl bilirsin?
Şimdi Türkiye’nin jeopolitik önemi yüksek. Doğu ile batı arasında bir köprü vazifesi görüyorsunuz.
Doğu ile batı zaten birleşik değil mi?
Öyle ama sizin duruş daha bir cool, daha jöleli bir kafa. Ayrıca orta Anadolu’nun bir tahıl ambarı olduğunu da biliyorum…
O eskidenmiş, şimdi hepsi ithal. Bak Quentin, açık konuşacağım –“Look Quentin” deyince meselenin ciddiyetini anlayıp dikkayt kesiliyor- normalinde ben senlen röportaj yapmayacaktım. Yanlış anlama, sen benim ayarım değilsin anlamına değil. Benim kafamda daha başka isimler vardı. Ancak editörüm kontörüne acımayıp beni aradı ve muhabiri olduğum Ters Ninja sitesinin okurlarının, yapılan bir anket sonucu seni birinç seçtiğini bildirdi.
Yapma be! Çok sevindim bak şimdi. Sitenin adı da pek kıyakmış doğrusu! (Quentin önce site adının birbirine 69 pozisyonunda dalan iki adet ninjadan geldiğini düşünüyor. Söz konusu Quentin Tarantino olduğundan bunu doğal karşılıyorum. Mamafih meselenin aslını açıklayınca daha da bir şaşırıp şenleniyor.) Rakiplerim kimlermiş peki?
Şimdi hepsini açık etmeyeyim ama Jenna Jameson gibi çok kuvvetli rakiplerin vardı.
Vay, gerçekten sağlammış! Jenna’ya da buradan selamlarımızı gönderelim…
Nihayetinde şunu sormak isterim, genç Ninja’lara, senin gibi kült bir yönetmen olmak isteyenlere neler önerirsin?
Birincisi en dandik filmleri bile mutlaka seyretsinler. Kimden hangi açı, hangi plan, hangi diyalog çıkacağı belli olmaz. Her şeyden bir şey kapsınlar yani. Ama en nihayet mutlaka kendileri olsunlar. Sağa sola da pek kulak asmasınlar. Unutmasınlar ki bilgisayar, telefon ve tren gibi çoğu icat ilk başlarda “Bunlar gereksiz gelişmeler” diyen örümcekkafaların tepkisiyle karşılaşmıştı. Samimi ve a-klişe her şey mutlaka karşılığını bulur…