Belirsiz bir süreliğine Los Angeles’tayım. Belki bir ünlü görebilirim umuduyla Beverly Hills’te, starların restoranı Spago’da alıyorum soluğu. Şansım beni yine yalnız bırakmıyor. Vestiyer’den ceketini ve şapkasını almakta olan birini tanır gibi oluyorum. Gözlerime inanamıyorum; Al Pacino bu! Kapalıçarşı tezgahtarı kıvraklığımla hemen trampalıyorum yanına. İlk başta korumaları araya giriyor. Ancak yalnızca ayaküstü birkaç soru sormak istediğimi ve bunun için çok uzaklardan geldiğimi söyleyince ilgilenir gibi oluyor. Nereden geldiğimi soruyor. İstanbul’dan geldiğimi öğrenince tebessümle, birkaç dakika ayırabileceğini söylüyor:
Cenk Büker
Nisan ayında 70 yaşına girdiniz. 29 yaşında Tony ödülü aldınız, 32 yaşında The Godfather’da oynadınız, yeteneğiniz ve performansınız karşılığını adil bir süre zarfında buldu diyebilir miyiz?
Evet, bu şekilde bakınca öyle görünüyor olabilir ancak oraya gelmek de kolay olmadı. Çeşitli nedenlerle oynayamadığım zamanlar oldu. Herkes gibi benim de zor zamanlarım oldu, hasta anneme bakmak için yapmak zorunda kaldığım günübirlik işler filan. Bilirsin işte… (eliyle bu konuyu geçiştirmek ister gibi bir hareket yapıyor, mamafih ben yavuz bir gazateci olarak üsteliyorum)
Açıkçası bu döneminizi pek anlatmadığınızı biliyorum ama, ne gibi işler yaptınız?
Pekalâ; kuryelik, garsonluk, bulaşıkçılık, sinemada teşrifatçılık…
Sinemada yer gösterdiniz öyle mi?
Evet, fakat boynumda pek durmak istemeyen çarpık kravatım ve elimden düşmeyen sigaramla bu işte ancak bir gün dayanabildim. Sinema sahibi doğup büyüdüğüm yer olan Doğu Harlem’den komşumuzdu. Gidip oyunculuğa devam etmenin bir yolunu bulmamı söyledi. Sanıyorum benim iyiliğim için; veya insanları beklerken ayaklarımı ön koltuğa uzatıp film izlediğim içindir belki de (gülüyor)… Bu arada benim yeni devraldığım Actor’s Studio’daki yönetim kurulu toplantısına yetişmem gerekiyor, istiyorsanız burada keselim…
Bay Pacino son birkaç soru daha lütfen… (Kısa bir kararsızlık anından sonra kabul ediyor). Türkiye ve İstanbul’la ilgili ne söylemek istersiniz?
Türkiye’ye habercilerin bilgisi haricinde birkaç kez gizlice geldiğim oldu. İlki sanırım ’77-78 yıllarında olmalı, Bobby Deerfield filmi bitmişti, yöntmen Sydney Pollack’ın bir arkadaşından ödünç aldığı yatla Ege turuna çıkmıştık. O yıllarda gerçekten el değmemiş, büyüleyici bir doğa vardı oralarda, hâlâ öyledir umarım?
Maalesef artık pek değil. Nerelere gittiğinizi hatırlıyor musunuz?
Ah, evet! Adları ilginç geldiğinden aklımda kalan bir iki yer var (burada “basement” ve “belt” diyor ki bunların Türkçe karşılığından Bodrum ve Kemer’e gitmiş olduğunu çıkartmam uzun sürmüyor.) Ayrıca İstanbul’da yaşayan ve anne tarafından İtalyan, babası Türk olan tekstil sanayicisi bir arkadaşımın nazik davetlerini kıramayıp arada kaçamak yaptığım da oluyor.
Öyle mi, buna gerçekten şaşırdım?
O halde sizi daha da şaşırtacak bir haberi Türkiye’ye ilk defa sizin aracılığınızla vermiş olayım. Bu arkadaşım adımın tekstil sanayindeki haklarını satın alarak Al Pacino Collection markasıyla bir erkek giyim konsepti oluşturuyor İstanbul’da.
İstanbul’un neresinde?
(Cebinden bir kâğıt çıkartıp kötü bir telaffuzla okurken bir yandan da bana okutuyor) Zeytinburnu. Hatta web sitesini de hazırlatmış, bakın burada yazıyor; isterseniz www.alpacino.com.tr/ adresinden koleksiyona bir göz atabilirsiniz.
Peki ülkemiz hakkında size en ilginç gelen şey nedir?
Oo, bakın bu konuda birkaç saptamam var. Birincisi dostumun evinde tv izlerken bir çok kanalınız olduğunu ve bu kanalların hemen hepsinde ikişer üçer dizinin yayınlanmakta olduğunu görmek beni şaşırtmıştı. Meğer ülkenizde herkesin favori bir dizisi oluyormuş. Bu dizilerin pek çoğu lüks araba ve cipler kullanan ve kravatsız takım elbiseler giyen bıçkın adamları konu ediniyor. Arkadaşımın tekstil koleksiyonun ilham kaynağı da bu olmuş zaten. Bir de, şu van tipi taşıt araçlarınızı kullanan şoförleri çok merak ediyorum (minibüs demek istiyor). Devamlı korna çalmaları bana çok tuhaf gelmişti. Bunun nedenini sorduğumda yolcuların harekete geçmesini sağlamak istediklerini söylediler. Zaten belli bir yere ulaşmak isteyen yolcuların korna sesi duymadan araca binmek istememeleri gerçekten ilginç. Hatta bu taşıtlar ünlü caddelerinizden birine adını vermiş öğrendiğim kadarıyla (Minibüs caddesini kastediyor). Bu arada ülkenizde bu kadar popüler olmak da hem şaşırtıcı hem de sevindirici. Sizce Türk halkı beni oyunculuğum dışında ne kadar tanıyor?
Şunu itiraf etmeliyim ki Bay Pacino siz Türkiye’de tekerlemelere konu olacak kadar sevilen birisiniz.
Gerçekten mi, işte bunu ilk defa duyuyorum, ne gibi?
“Al paçino vur öteçino” veya “Al paçino bal paçino yanakları gül paçino ustam ölmüş ben paçino” gibi… Bir süre bunları umutsuzca İngilizce’ye çevirmeye çalışıyorum. Sonunda “Her neyse, sanırım iyi bir şeylerdir” diyerek iznimi istiyor.
Büyük usta Al Pacino’yla ayaküstü de söyleşmiş olmanın şokunu üstümden atmam kolay olmuyor.