Bazı aralıklarla “sinemada en unutulmaz kadın performansları” gibi listeler yapılagelmiştir ve mutlaka sizin de baktığınız bir iki tane liste olmuştur. Bu listelerin gediklileri var elbet. Maria Falconetti (La Passion de Jeanne d’Arc / Jean d’Arc’ın Tutkusu ), Catherine Deneuve (Repulsion / Tiksinti), Meryl Streep (Sophie’s Choice / Sophie’nin Seçimi) veya Gloria Swanson (Sunset Blvd. / Sunset Bulvarı) gibi… 2010’lu yılların ilk yarısını yaşadığımız şu günlerde bu kadın performanslarının yanına kendi adını yazdıracak en yeni örnekse Paulina Garcia (Gloria, 2013).
Unutulmazlık; başarı, sevilme veya nefret edilme durumlarıyla sağlanabilecek bir mertebe. Yani illaki unutulmaz olmak için kariyerinizin en muhteşem performansını veriyor olmanıza gerek yok. Çünkü seyirci sizi sevmişse veya nefret etmişse de unutulmazlar arasına girebilirsiniz. Ancak yukarıda saydığım isimler en fazla “başarı” kriteriyle yer alıyorlar listelerde. Ancak biz bu kriteri bir kenara bırakalım ve özelde Amerikan sineması, genelde dünya sinemasında gezinerek kadınların sinemadaki temsiliyet haline bir bakalım.
Norma Desmond (Sunset Bulvarı baş kahramanı) yaşının ilerleyişiyle sinemada kaybolmaya yüz tutmuş bir oyuncu. Yani Norma, bir Hollywood filminde Hollywood’un tam da uzak durduğu, istemediği bir kadın. Yaşı ilerlemiş, âşık, aşkı yüzünden katil olabilen biri Norma. Onun payına düşen aklanma durumu da delilik. Yani Norma gittikçe delirdiği için yeniden âşık olmayı istemesi, sinemada var olmamayı kendine yedirememesi gibi duyguları delilik haliyle anlatılıyor. Çünkü o yaşta birinin âşık olması ve yaşlı haliyle sinema düşlemesi ancak “delilik” haliyle açıklanabilir. Alttan alta kafamıza kazınan da budur esasında. Bu durumlara düşüyor çünkü Norma deliriyor. İstedikleri akıllı bir kişinin istekleri olamaz çünkü böyle bir dünya yok, olmamalı. Halbuki yaşayan insan arzulamayı da ister, yaşayan insan başarılı olmayı da hedefler; yaşayan insan, insan yerine konulmayı bekler. Yaşının gereğini yapmamak ancak delirmekle açıklanabilir. Halihazırda da durum böyle değil midir? Kendi istediği, hissettiği gibi davranan kişilere hafif de olsa “çatlak” gözüyle bakılmıyor mu?
İşte, sinema özelinde yıllardır kadının konumlandığı nokta da yukarıda söylediklerimizden farklı değil. Belirli yaşa gelmiş kadın oyuncuların ancak belirli rollere hapsolması gerçeği ne yazık ki yeni bir şey değil. Sunset Bulvarı altmış üç yıl önce çekildi ama kadının arzu nesnesi olarak sunulması ve yaşı ilerledikçe rollerinin geriye düşmesi konusundaki kabul anaakım sinema için değişmedi. Hatta kadınların güzel yaşlanmak için ellerinden geleni yapmaları onları biraz daha sinemanın çekim alanında tutabilmekte, ama o kadar. Geçtiğimiz yıl izlediğimiz filmlerden Adore (veya diğer adıyla Two Mothers) iki annenin birbirlerinin oğullarıyla yaşadıkları aşk çaprazını anlatması bakımından hayli iddialı bulunmuştu. Ancak meseleyi biraz da oynayan kadınlar açısından eşelediğimizde kadının gösterme/gösterilme açısından nasıl da değişmeyen kalıplara maruz kaldığını görebiliriz.
İki anneyi canlandıran ve gerçekte kırklı yaşlarını sürmekte olan (filmde yirmili yaşlarında oğulları olan anneler bunlar, dolayısıyla kırklı yaşlarda olmaları normal karşılanabilir) iki oyuncu: Naomi Watts ve Robin Wright. Bu kadınların zaten gerçekteki görünümleri sinemanın anladığı güzellikle eşdeğer. Çekici, sarışın, zayıf zaten ikisi de modellikten gelme oyuncular. “Anneyseniz ancak böyle görünürseniz size âşık olunabilir, yaşınız ilerlemişse ancak böylesi vücutlara sahipseniz arzulanabilirsiniz” ifadelerinin canlı örneği bu kadınlar. Dolayısıyla onların aşkı bulma ve yaşama hali delilik değil olsa olsa kazanılmış bir “hak”. Arada sırada karşımıza çıkan minör örnekler olsa da genel sinema içindeki kabul bu. Bu yüzden de bu haftanın en iyi filmlerinden biri olan Gloria, sinemada kadın temsiliyeti algısının tersine davranması açısından da önemli bir film.
Gloria hakkında belki de ilk söyleyebileceğim şey, Gloria’nın yaşamın karşılığı olduğu. Yaşamak eylemi ne ise Gloria da o. Nefes alan, hisseden, isteyen, arzulayan, harekete geçen bir kadın. Yani eylemin diğer adı Gloria. Pasifizmin değil aktivizmin, durmanın değil ileriye gitmenin, beklemenin değil vazgeçmenin perdeye yansıyışı. Paulina Garcia’nın can verdiği Gloria, sinemanın en dinamik karakterlerinden biri. Bu açıdan yerinde saymak yerine hareket etmenin gerekliliğini hatırlatıyor insana. Hatta daha genişleterek söylersek yönetmen Sebastion Lelio, kazanmak için pasifliğin değil aktif olmanın öneminden bahsediyor Gloria’nin kimliğiyle bize. Bu apaçık politik bir duruş aslında. Zaten hatırlarsanız geçtiğimiz sene vizyona giren ve yine bir Şili filmi olan No da aynı şekilde hareketi ön plana çıkarıyordu. Belki ülkenin siyasî kimliğinden de kaynaklanan bir dışavurumdur bu seçimler.
Klasik anlayış içinde belki güzel bile sayılamayacak bir kadının, erkek egemen kodların iyice içselleştirdiği dünyanın herhangi bir ülkesinin herhangi bir şehrinde kadın olma halinin dışavurumu olarak Gloria, yaşayan bir karakter olma dinamizmini de buradan ediniyor. Çünkü, gerçek olan bu. Gerçek olan ve her an çevremizde görebileceğimiz bir kadın Gloria. Tapılası ikonik bir güzelleme örneği değil, kendini var etmek adına erkekmiş gibi davranan biri değil. Olduğu gibi olan ve içinden geldiği gibi yaşayan bir kadın… Kırılabilen ama yoluna devam eden, isteyince ucunda kaybetmek olduğunu da bilen, kendini olmasını istediği durumlara değil olanlara göre şekillendiren biri Gloria. Sinemanın belki on yıllar sonra eşsiz performanslardan biri olarak göstereceği bu filmi ıskalamayın.