Geçtiğimiz günlerde 2 bölüm halinde yayınlanan Giallo makalesinde (Bknz. 1. Bölüm ve 2. Bölüm), türün kenarını köşesini didiklemiş ancak örnekler üzerinde fazla durmamıştık. Bu kez Giallo türü içerisinde anılan ve kimi unsurlarıyla kendinden sonra gelenleri de bir şekilde etkileyen on filmden söz etmek istiyoruz.
Seçilen filmler, bir en iyiler sıralaması amacı gütmemekle birlikte son tahlilde öznel bir seçkidir; dolayısıyla okuyucunun kafasındaki listeyle birebir örtüşmemesi son derece doğaldır. Ancak bu tek taraflılığı kırmak için söyleyecek sözü olanın yorum kutusuna mesaj bırakabilmesi özgürlüğünün bulunduğu da izahtan varestedir.
Death Laid An Egg (1968)
La morte ha fatto l’uovoYönetmen: Giulio Questi
Marco ve parası için evlendiği karısı Anna tavuk çiftliği işletmektedir. Marco, sekreteri Gabriela ile yaşadığı ilişkinin yanı sıra fahişeleri öldürmek gibi bir saplantının sahibidir. Bu cinayetlerden birine tanık olan Mondaini, tavuk çiftliğin reklam işlerini üstlenir. Bu arada çiftlikte çalışan bir bilim adamı, maliyeti azaltmak amacıyla kafasız ve kanatsız tavuk üretmeyi başarır. Marco bunun ‘canavarlık’ olduğunu düşünür. Aynı anda karısını da öldürme planları yapmaktadır.
Kapitalist üretimin hizmetinde hilkat garibesine dönen bilim, benzer bir başkalaşımın öznesi karakterler, Godard ve Bunuel etkileşimli bir anlatım. Yönetmen Questi, Giallo üzerine inşa edilen bir hikayenin ne kadar ‘esneyebileceğini’ ustalıkla gösteriyor. Ya da çekildiği dönemi göz önüne alırsak bir film yapabilmek için psikedelik maddelerin ne dereceye kadar tüketilebileceğini… Daha önceki yazımızda Giallo’da mekanın kısıtlayıcı bir unsur olduğundan söz etmiştik. Binlerce tavuğun delice bir telaşla 24 saat yemlendiği tavuk çiftliğinin de Giallo’da sıkça rastladığımız burjuva malikanelerinden bir farkı olmadığını görmek mümkün bu filmde.
What Have You Done To Solange? (1972)
Cosa avete fatto a Solange?Yönetmen: Massimo Dallamano
Özel bir Katolik kız lisesinde öğretmenlik yapan Enrico Rossini ile okuldaki son gözdesi Elizabeth nehir kenarında aşk yaparken, Elizabeth’in gözüne bir bıçağın yansıması çarpar. Ertesi gün öldürülen kişinin kız lisesindeki öğrencilerden biri olduğu anlaşılır. Rossini olay mahaline gider ve bu yüzden polisin bir numaralı şüphelisi olur. Rossini, karısından ve polisten genç kızlarla olan ilişkilerini saklayarak kendini aklamaya çalışırken bir kız parkta bıçaklanır, Elizabeth banyoda boğularak öldürülür.
Massimo Dallamano’nun Edgar Wallace’ın bir romanından uyarladığı film, krimi geleneğinin de son önemli temsilcilerinden sayılıyor. Dallamano, Bava ve Argento’nun izinde sadık kaldığı Giallo formülüne kendi ahlakçı anlayışını katarak filmin sonunda bir çeşit toplumsal dramla karşı karşıya bırakıyor bizi. Muhteşem müzikleri, tadında çıplaklığı ve merak uyandıran olay örgüsüyle yetmişli yılların pastel renkli görüntüleri birleşince ortaya kolay kolay unutulmayacak bir eser çıkıyor.
Deep Red (1975)
Profondo RossoYönetmen: Dario Argento
Roma’da yaşayan İngiliz piyanist Marc Daly geceyarısı bir meydanda sarhoş arkadaşı Carlo ile sohbet ederken Helga adlı bir medyumun (filmin başındaki konferansta salonda bir katil olduğunu hisseder) evinin penceresinde öldürüldüğünü görür. Kadına yardım etmek için koşar ama yetişemez. Marc, polise verdiği ifadede bir şeylerin gözüne farklı geldiğini söyler ve bunun ne olduğunu bulabilmek için kendisi cinayeti araştırmaya başlar. Bu arada katil kendisine yaklaşanları birer birer öldürmektedir.
İşte Giallo’nun 1975 yılında Dario Argento tarafından belirlenen zirve noktası. Argento’nun ustalık dönemi eseri. İlk filmlerinde kullandığı temaları bileyerek bıçağını daha da keskin hale getiriyor yönetmen. Travmatik geçmişin neden olduğu ruhsal bozukluk ve genel anlamda görsel, işitsel tüm psikanalist yorumlar, Argento’nun filmi ortaya çıkarmasında başucu referansları oluyor. Argento bu filmle artık psikanalizmin sınırlarına dayandığını düşünmüş olacak ki (Psikanalizmin ötesi kara büyüdür demişti bir keresinde), sonraki filmi Suspiria ile saf korku topraklarında dolaşmaya başlamıştı. Seyircinin şüphelerini boşa çıkaran yan karakterler, boşlukta salınan komik sahneler, Dante’nin Cehennem’indeki daireler gibi iç içe duran ve her adımda daha çok kaygı veren mekan geçişleri, müziklerin bir simyacının elinden çıktığını düşünmemize neden olan yoğun varlığı… Bu filmi izlemediyseniz henüz Giallo izlememişsiniz demektir.
Bird With Crystal Plumage (1970)
L’Uccello Dalle Piume Di CristalloYönetmen: Dario Argento
Roma’da yaşayan Amerikalı yazar Sam Dalmas bir akşam evine doğru yürürken genç bir kadın ve siyah mantolu bir kişinin sanat galerisinin içinde birbiriyle mücadele ettiğini görür. Dalmas müdahale etmeye çalışır ama cam kapıları aşamaz. Siyah mantolu kişi kaçar, genç kadın da bıçak darbeleriyle yaralanmıştır. Polis tarafından sorguya çekilen Amerikalı yazar, hatırlayamadığı bir ayrıntı konusunda kuşkularını giderebilmek için kendi soruşturmasını yapmaya koyulur. Bu durum onun ve kız arkadaşının da katilin hedefi haline gelmesine neden olacaktır.
Dario Argento’nun ilk filmi, Giallo’nun amatör dedektif, görgü tanıklığı ve acımasız cinayet sahneleri kutsal üçlüsünü bir arada kullanan ilk film olma özelliğini de taşıyor. Her seferinde seyircinin parmak uçlarına kadar gelip ortadan kaybolan çözüm, ana karakterin kafasının içindeki bulmacanın eksik – yanlış parçasını arayışı, yönetmenin sinema dışındaki sanatlara takıntılı ilgisinin filmin bütününe yayılması ve yine zaman zaman yoldan saptıran ara görüntüler (bilimsel yolla katili saptamaya çalışmak vs.)… Argento filmografisine sağlam bir başlangıç.
Who Saw Her Die? (1972)
Chi L’Ha Vista Morire?Yönetmen: Aldo Lado
Fransız Alplerinde küçük bir kız siyahlar içinde bir kadın tarafından öldürülür. Venedik’te heykeltıraş Franco Serpieri’nin kızı Roberta da aynı kadının kurbanı olur. Franco, Venedik’in labirent sokaklarında kızının katilinin peşine düşer.
Aldo Lado’nun doğup büyüdüğü sokaklarda çektiği filmin başrol oyuncusu Venedik kentinin kendisi aslında. Giallo’nun ziyaret ettiği şehirleri bir turist edasıyla gezdiğini söylemiştik. Bu filmde Venedik’in her köşesini yerli bir rehber eşliğinde geziyoruz adeta ve karşımıza kartpostallarda gördüğümüzden farklı bir şehir çıkıyor. Görünenin arkasındaki sokaklarda her şey yolunda gitmiyor bildiğiniz gibi. Çocuk cinayetleri ekseninde toplumsal cinsiyet üzerine (en azından o tarih için) seyircide tokat etkisi yaratan senaryonun yazar kadrosunda The Perfume Of The Lady In Black (Il profumo della signora in nero, 1974) ve Pensione paura (1977) filmlerinden tanıdığımız yönetmen Francesco Barilli de var. Son olarak Ennio Morricone’nin film için bir çocuk korosuyla hazırladığı parçalar, üstadın en iyi eserlerinden biri kanımızca.
A Lizard In A Woman’s Skin (1971)
Una Lucertola Con La Pelle Di DonnaYönetmen: Lucio Fulci
Ünlü ve zengin bir politikacının kızı Carol Hammond, komşusu Julia Durer’in de içinde olduğu rahatsız edici rüyalardan muzdariptir. Bir gece Julia’yı bıçaklarken görür kendisini. Uyandığında Julia’nın rüyasındaki gibi öldürüldüğünü öğrenir. Bütün deliller Carol’ın suçlu olduğunu gösterir. Carol, suçsuzluğunu ispatlamak için rüyanın ve gerçeğin sınırlarını yeniden belirlemek zorundadır.
Giallo’nun evrensel şehir teması dahilinde Londra’yı kendine merkez edinen film, yönetmen Fulci’nin Perversion Story (Una Sull’Altra, 1969) ile adım attığı Giallo dünyasındaki ikinci eseri ve Argento’ya attığı ilk goldür (merak edenler için, ikinci gol 1979 tarihli Zombi 2 filmiyle gelmiştir). Dario Argento ilk yönetmenlik denemesi ile büyük bir ticari başarıya imza atınca, Fulci’nin Perversion Story ile attığı ısınma turları sonunda tür sinemasına yeni bir film armağan etmesi kaçınılmaz olmuştu. Fulci, Giallo’nun olmazsa olmaz tüm unsurlarını filmine koyarken (hayvanlı film adı da dahil), Argento’nun ve onunla birlikte tüm türü etkisi altına alan psikanalizin alttan alta eleştirisi yapmaktan geri durmaz. Bu eleştiri filmin hikayesi boyunca bir alt metin olarak okunabilir. Muhteşem görüntü işçiliğinin daha sonra Profondo Rosso’nun görüntü yönetmenliğini yapacak olan Luigi Kuvellier’in elinden çıktığını da hemen belirtelim. İçi dışına çıkmış köpeklerin gösterildiği sahneye dikkat!
Strange Vice Of Mrs. Wardh (1971)
Lo Strano Vizio Della Signora WardhYönetmen: Sergio Martino
Julie Ward, zengin kocası Neil’in ilgisizliği nedeniyle tatminsiz bir yaşam sürmektedir. Eşiyle birlikte Viyana’ya geldiğinde şehirde bazı kadınlar öldürülür. Kalacağı eve geldiğinde kendisine isimsiz bir kişi tarafından gönderilen güller, Julie’de eski sevgilisi Jean’ın etrafında olduğu şüphesini uyandırır. Julie George adındaki playboyla ilişki yaşamaya başladığında Jean de Julie’nin çevresine ördüğü çıldırtan çemberi daha da daraltır.
Yönetmen Sergio Martino, Giallo’nun en popüler olduğu yıllarda dönemin senaryo yıldızı Ernesto Gastaldi ile işbirliği içinde yaptığı filmlerin en şaşalısı, yine muhteşem bir ikiliyi biraraya getiriyor; George Hilton, Edwige Fenech… Kadının ruhsal durumundaki zayıflığı temel alarak çarpık/çarpıtılmış ilişkiler çevresinde derişik bir kimya yakalayan film, şoke edici bir son için hikayeyi gizem bulutlarıyla yüklüyor. Martino sonraki filmlerinde de bu formülü sıkça kullanmış, Torso (I corpi presentano tracce di violenza carnale, 1973) ile bir tür slasher öncülü olarak adından söz ettirmişti.
Blood & Black Lace (1964)
Sei Donne Per L’AssassinoYönetmen: Mario Bava
Rüzgarlı bir gecede model Isabella, çalıştığı moda evinde maskeli bir katil tarafından öldürülür. Moda evinde çalışan diğer modellerden Nicole, Isabella’nın günlüğünü bulur. Günlükte moda evinde çalışanların özel yaşamlarına dair sırlar yer almaktadır. Nicole de katil tarafından yüzüne aldığı darbelerle öldürülür. Günlüğü ele geçiren Peggy’nin sonu da farklı değildir.
Mario Bava’nın krimi filmlerine yeni bir soluk kattığı film, Giallo sahnesine maskeli katil ve kanlı cinayet kavramlarını kazandırmasıyla biliniyor. Açılış sahnesinin son derece stilize tarzı, filmin konu aldığı moda dünyasıyla paralel bir biçimde filmin tüm görselliğini standardın üzerinde bir noktaya taşıyor.
House With Laughing Windows (1976)
La Casa Dalle Finestre Che RidonoYönetmen: Pupi Avati
Stefano, İtalya kırsalında bir kasaba kilisesinin duvarındaki freski restore etmek üzere görevlendirilir. Fresk, Aziz Sebastian’ın katledilişini anlatmaktadır ve tüm eserlerinde ölüm anında ya da ölüm öncesinde acı çeken insanları resmeden Buono Legnani adlı (ruhsal bir rahatsızlığı olduğu muhtemel) bir sanatçı tarafından yapılmıştır. Stefano, yıllar önce ölen Legnani’nin kız kardeşlerinin evinde konaklarken arkadaşı Antonio, Legnani ve kasabada yaşayanlar hakkında korkunç bir sırrı öğrendiğini söyler ancak bu sırrın ne olduğunu Stefano’ya söyleyemeden ölür. Stefano’nun ressamın ve freskin ardındaki sırrı araştırmaya karar vermesiyle birlikte etrafındaki tuhaf dünya ölümcül bir tehlikeye dönüşür.
House with Laughing Windows, çekildiği yıl itibariyle Giallo’nun Profondo Rosso ile ulaştığı zirvenin son artçıl etkilerinin hissedildiği bir zamana denk düşüyor. Film, türün en önemli dayanak noktalarından biri olan cinayet sahnelerine yeterli ilgiyi göstermese de, özgünlük arayışı ve atmosfer oluşturma bakımından sanat sinemasıyla arasındaki dirsek teması, benzerlerinden çok daha üst seviyede bir eser olarak karşımıza çıkmasını sağlıyor. Ritm ve hikayenin yönetmen tarafından zekice bir etkileşim içerisinde kullanıldığı, gizemin açığa çıkmasında yol boyunca seyirciye hasis ipuçları sunulan ve bu ipuçlarının her seferinde yeni bir dehşet tablosunu da gözler önüne serdiği film, metafiziğin sınırlarında dolaşıp sonunda yine ait olduğu dünyaya geri dönüyor.
Bay Of Blood (1971)
Reazione A CatenaYönetmen: Mario Bava
Kontes Donati, kocası tarafından boğularak öldürülür. Hemen ardından kocası da bilinmeyen birisi tarafından bıçaklanır. Kont’un cesedi ortadan kaldırıldığından olay yerine gelen polis, ölümün nedeninin intihar olduğu sonucuna varır. Olayın ertesinde tüm ilgililer mirastan pay almak için Kontes’in evine üşüşürler. Bu arada bir grup genç, kamp yapmak için Kontes’in arazisindeki boş bir binaya yerleşir. Tanık olunan her kötülük bir başka kötülüğü tetikleyecektir.
Bir insanı öldürmek ve cesedini ortadan kaldırmak meşakkatli bir süreçtir. Filmdeki çıkar ilişkilerini bir kenara koyarsak, en çok merak uyandıran bunca cesedin nasıl bir operasyonla temizleneceğidir. Can yakan ironi, insan varoluşuna karşı kuşku dolu bir bakışla birleştiğinde, Bava’nın yüzündeki hınzır gülümseme beliriverir bir anda. İlk sahnede peşine düşeceğimiz katilin birkaç saniye içinde kim olduğunun ortaya çıkıp bir başkası tarafından öldürülmesi, takıntılı karakterler, çoluk çocuk demeden kötülük zincirine eklenen halkalar düşünüldüğünde Bava’yı türün Nabokov’u olarak değerlendirmekte herhangi bir beis görmüyoruz. Bir de tabii atalarımızın “usul esasa takaddüm eder” sözünün her ikisi için de geçerli olmasını, iddiamızın önemli bir kanıtı olarak ileri sürmekten geri durmuyoruz.