Kültürel miras, uygar ülkelerin vahşi kapitalizm koşullarında sömürge yarışını tepe noktasına taşıdıkları on dokuzuncu yüzyıl sonunda dünyamıza armağan edilmiş bir kavram. Kaynaklarını kullanmak istediğiniz topraklarda yaşayan insanları cemalinizin hatrına ikna edemeyeceğiniz açık olduğundan onlara kültürünüzün göz kamaştıran, küçük hissettiren yönlerini pazarlamak durumundasınız. Eh, bu işin piri de o dönemde, elbette, Britanya.
Mevcut ekonomik vaziyet ve üretim koşullarının dikkate alınarak, günümüze kadar ince ayarlarla Ada’nın üzerine pek güzel yakıştırılan kültürel miras kavramının 70’ler boyunca kullanım şeklinin (her türlü çöpün antika değeri edinmesi) tescil edilerek bir nostalji canavarı yaratılması ise 1983 tarihli Kültürel Miras Yasası ile gerçekleşiyor. Geçmişin korunması ve sunumunu hedef alan bu yoğun program içinde, pagan adetleri ve (her iki cephede olmak üzere) okült pratiklerini, 70’lerin merkezde yer aldığı bir süreçte sahiplenen, hitap ettiği kitle için yeni kan arayan İngiliz korku sineması oluyor. Witchfinder General (1968), The Devil Rides Out (1968), Blood On Satan’s Claw (1971) ve Cry Of The Banshee (1970), bu dönemdeki üretimin belli başlı örnekleri olarak sayılabilir.
Bütün bu laf kalabalığının çıkış noktası, Satan’s Slave filminin diğer adının Evil Heritage olması aslında. Yine de anlattıklarımın mantıklı olduğuna, çok zorlarsanız, yemin edebilirim. Üstelik şu tesadüfe bakın ki, geçen hafta Tuğba Keleş’in hakkında yazdığı filmin adı da Legacy (Miras) ve yine aynı dönemden. Görüldüğü gibi geçmişten günümüze miras ve mal-mülk işleri hep problemliydi. Dilerseniz artık filmden söz edelim.
Kısa sayılabilecek filmografisinde istismarın incelikli örneklerini vermiş yönetmen Norman J. Warren’ın 1976 tarihli filmi Satan’s Slave’in bana göre tek başrol oyuncusu Michael Gough. Filmde neredeyse şiir okur gibi oynayan İngiliz aktörü, sanat için oturan izleyici Derek Jarman’ın yönettiği Wittgenstein filminden, siyah giyinip saçlarını taramayan neo-gotikler ise çeşitli Tim Burton filmlerinden çıkaracaktır.
Catherine, anne babası ile birlikte hiç görmediği amcasını ziyaret etmek için yola çıkar. Amcasının kırdaki malikanesine vardıklarında kaza yaparlar ve Catherine’in anne babası yanarak ölür. Catherine gözlerden uzak malikanede şeytana kadın kurban ettiğinden son derece emin olduğumuz amcası (filmin başında ayini yöneten keçi maskeli adam), sapık bir katil olan kuzeni ve onların yardımcısı sekreter kadınla yalnız kalır ama sorunu farketmesi her korku filmi izleyicisinin çok iyi bildiği gibi zaman alacaktır.
Bir korku filminin olmazsa olmazı kapana kısılmışlık atmosferinin yaratımında yönetmen Norman J. Warren’ın hünerli çalışması dikkate değer. Olayın geçtiği mekanın ve ana karakterin dış dünyayla bağlantısını yalnızca kamerasıyla değil olay akışıyla da koparan Warren, Catherine’e ve izleyiciye en fazla mülkün etrafında kısa kır gezileri yaptırıyor. Malikanin uzağında geçen az sayıda sahne ise amcamızın şeytani planının parçası olarak bulmacadaki yerini alıyor. Satan’s Slave’i aynı tarihlerde çekilen diğer İngiliz korku filmlerinden ve özellikle Hammer evinin ürünlerinden ayıran, yarattığı atmosferin yanına güçlü grafik şiddet öğelerini de çekinmeden koyabilmesi sanırım. Filmin açılışında şeytana kurban adama ayininin hemen ardından oldukça uzun, ayrıntılı bir tecavüz ve cinayet vakasına şahit oluyoruz. Devamında yakın plan cinayet görüntüleri, işkence sahneleri film süresince cömertçe kullanılıyor. Benzerlerinden daha uzun ve cüretkar kullanılan bu sahnelerin, gizemi seyirciye açıklamakta uzun süre hasis davranan filmde temponun düştüğü anlara yamandığı düşüncesinden kurtulamasam da, ele aldığımız filmin dünya halkları tarafından istismar kategorisinde değerlendirildiğini göz önüne alırsak, bu durumun problemden ziyade olumlu bir yan teşkil ettiğini kabul etmek gerekir.
Film hakkında yersiz bir sonuç bölümüne girişmek gerekirse, Mario Bava’nın Black Sunday’ine, Castle of Blood’ına, Hammer’ın iyi saatte olsunlar filmlerine (havasına suyuna, taşına toprağına) hürmette kusur etmiyorsunuz ama biraz daha kan ve şiddet kimseyi incitmez diyorsunuz; yine de sınırlarınız yok değil, Jesus Franco’nun “her şey olabilir, olur” türündeki eserlerine ya da Moctezuma, Marins gibilerinin omurilikte kalıcı hasar bırakan deliliklerine karşı mesafelisiniz. O zaman Satan’s Slave tam size göre bir film olmasa da izlenmeyi hak ediyor.
Yönetmen: Norman J. Warren
Senaryo: David McGillivray
Oyuncular: Michael Gough, Candace Glendenning, Martin Potter, Barbara Kellerman
Yapım: 1976, İngiltere, 86 dk.