1979 senesinde, 23 yaşındaki Mel Gibson adlı genci şöhrete kavuşturan Mad Max; şimdilerde adının yanına “Dahi” yazılan Avusturalyalı George Miller’ın kendi ülkesinde çektiği küçük bütçeli bir filmdi. Biri iyi biri kötü iki devam filminin ardından otuz sene geçti ve Max, lakabının neden çılgın olduğunu göstermeye geldi. Üstelik bir gün dahi yaş almadan.
Serkan Çellik
Motor sesi ve kuru gürültüden medet uman günümüz bilgisayar destekli aksiyon filmlerini utandıran Fury Road’a methiyeler düzmeden önce Max karakterinden bahsedelim biraz. İlk filmde, dünya daha tam rayından çıkmamış, işleyen polis teşkilatı var iken; Max’in görevi ortağıyla birlikte otoyol çetelerini durdurmaktı. Lastiğiniz patladığında gidebileceğiniz tamirciler vardı, ya da piknik yapabileceğiniz yeşil alanlar. Dünya, bildiğimiz dünyadan çok farklı değildi.
Akaryakıt hala ulaşılabilir bir madde olsa bile yollar güvenli değildi. Max’in ortağı kontrol edemediği öfkesi sonucu çetelerin öncelikli hedefi haline geldi, öldürüldü (36 yıllık filmin sürprizini bozdun demezsiniz umarım) ve Max mesleğini bıraktı. Eşi ve küçük çocuğuyla hayatın tadını çıkarmaya karar vermesiyle, onları da kaybetmesi bir oldu. Bu noktada Mad Max’in “ailesini kaybeden adamın intikam filmi” olduğunu söyleme kolaycılığına düşmemek lazım çünkü son yarım saate dek Max ailesini kaybetmiyor ve sonra da öldüren kişiyi ya da çetenin tamamını değil sadece bir kişiyi öldürüyor. Sonuçta tam olarak intikam almış sayılmaz ve senaryo da bunun üzerine kurulu değil.
İki sene sonra gelen devam filmi, ilkinin dünyasını genişleten bir girizgahla açılıyordu. Büyük ihtimalle sonradan düşünülen detayların ilk filmde karşılığı yoktu ama olsun, post-apokaliptik bir evren iki üç dakika içinde hazırdı işte. Ne de olsa sonrası yine ilki gibi neredeyse sessiz çekilmişti. Karakterler konuşmayı pek sevmez Mad Max’lerde. Kamera yollarda akar gider. Yaratılan dünya ete kemiğe bürünmüş halde karşımızda durur ancak odak noktası her zaman hareket ve hayatta kalma güdüsüdür.
Kült statüsündeki ikinci filmden dört yıl sonra gelen Mad Max Beyond Thunderdome’un ise anılacak pek bir yanı yok. Tina Turner’ın filmi olarak da anılan yapım o kadar karışık, amaçsız ve geveze ki; 12 milyon dolarlık bir kuru gürültü olduğunu iddia etmek mümkün. Hiç görmedik varsayıyoruz.
Max’in neden çılgın lakabına sahip olduğunu, bugünden ilk üç filme bakarak anlamak zor. Deri pantolonu poposunu açıkta bırakan kötü adamlarla pembe arabasına uysun diye saçını pembeye boyatan kas yığınlarının cirit attığı, eşcinsel motorculardan oluşan çetelerin kol gezdiği filmlerde en düzgün duran kişi Max. Evet; ailesini kaybettikten sonra kimseye bağlanmıyor, çıkarları söz konusu değilse başkalarının hayatı umrunda değil fakat tek bir çılgınlık/delilik yaptığını görmüşlüğümüz yok. Fury Road bu noktada da imdadımıza yetişiyor açıkçası. Max artık zihni karmakarışık biri.
Fury Road’un yazın dünyası için önemsiz senaryosundan bahsetmeye lüzum yok. Kaynakların tükendiği bir dünyada su kimdeyse kontrol ondadır diyor kısaca, biliyoruz. Ama o hız, o aksiyon sekansları, işte onlardan uzun uzun bahsedilebilir. CGI sayesinde perdede görmediğimiz birşey kalmamışken George Miller ilk üç filmde olduğu gibi dublör performansları üzerine kurulu dev sekanslarla gözlerimize iki saat boyunca ipotek koyuyor. Sinemada konuşanlardan bıkmış kitle içini ferahlatabilir, izleyen kimsenin yanındakine dönüp bakacak bile fırsatı olmayacak perdede yaşananlar sayesinde.
Deriyi, metali, fetiş öğeleri ve kopan vücut parçalarını 80’lerde bırakan Miller günümüze mükemmel ayak uydurmuş. Yaşanılabilir bir gelecek için umut kadınlardır diyen filmin umarız devamı gelir.
Mad Max Fury Road
Yönetmen: George Miller
Senaryo: George Miller, Brendan McCarthy, Nick Lathouris
Oyuncular: Tom Hardy, Charlize Theron, Nicholas Hoult
2015 / Avustralya-ABD / 120 dk.