Kriz, felaket, darbe ve savaşla yumuşamış toplumlara ekonomik şok terapi. Naomi Klein‘ın Şok Doktrini kitabı Michael Winterbottom‘ın ellerinde filme dönüştü.
Serdar Akbıyık
Şok Doktrini küreselleşme karşıtlarının en bilindik yüzlerinden Kanadalı gazeteci Naomi Klein’ın 2007 yılında yayınlanan ve her nedense şimdiye kadar Türkçeye çevrilmemiş “The Shock Doctrine: Rise of Disaster Capitalism” (Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi) kitabından yola çıkılarak yapılmış bir film.
Adı gibi, ilk duyduğunda herkesi şok edecek, “Tabii ya ben neden düşünmedim bunu” dedirtip zihinsel aydınlanma yaratacak türden bir teori şok doktrini.
Önce “Children of Men“in yönetmeni Alfonso Cuarón tarafından 2007’de kısa bir film olarak tasarlanmış. Naomi Klein’ın söylediğine göre kitabının arka kapağı için Cuarón’dan bir iki satır yazmasını istemiş. Cuarón ise kitabı okuduğunda o kadar beğenmiş ki, kitap okunsun diye ne gerekiyorsa yapmaya karar verip bir kısa film çekmiş. İlk olarak Venedik Bienali’nde gösterilen bu film halen YouTube ve benzeri video paylaşım sitelerinde izlenebilir.
2009 yılında bu kez İngiliz yönetmen Michael Winterbottom ve Mat Whitecross Şok Doktrini’ne el atmışlar. Filmden açıkça anlaşılıyor ki yönetmenler, tıpkı Cuarón gibi kitabın esiri olmuşlar.
Winterbottom, Naomi Klein’ın kitabında son 30 yılın alternatif tarihini anlattığını, 80’li yıllarda İngiltere’nin Thatcher tarafından tamamen nasıl özelleştirildiğini kitap sayesinde daha iyi anladığını belirterek “Krizlerle birlikte tarihi bir dönüşüm geçiriyoruz. Yeni bir zaman başladı ve bunu anlamak için yeni bir düşünce şekline ihtiyaç var” diyor.
Peki Naomi Klein kitabında ne anlatıyor? 50’li yıllarda psikiyatri alanındaki denemelerden başlayıp Şili, Arjantin, Falkland, İngiltere, Rusya, New Orleans üzerinden geçip Irak’ta son bulan geniş bir yay çiziyor. Ve bütün bunları tek bir şeyle birleştiriyor: Şok.
40’lı yıllar tıp ve psikiyatride bir takım gelişme ve atılımların yaşandığı yıllardı. Bilimadamları yetişkinlerdeki zihinsel hastalıkların iyileştirilmesi için yeni bir teknoloji geliştirmişlerdi. Elektroşoklarla hastaların hafızalarını temizlediklerini ve bu temizlenmiş hafızanın üzerine taze bir başlangıç yapacaklarını, sağlıklı bir kişilik kuracaklarını düşünüyorlardı. Şok ederek insanların itaatkar olmalarını sağlayacak ve kişiliklerini yeni baştan inşa edeceklerdi. O zamanlar beyin yıkama ya da bilinç kontrolü gibi isimlerle anılan bu teori 50’li yıllarda CIA’in dikkatini çekti. CIA bir dizi deneye finansal olarak destek oldu. Bunlara dayanarak mahkûmların çözülmesini sağlamak için gizli bir el kitabı yazıldı. Hedef, şok uygulayarak erişkinleri çocukluk düzeyine geri döndürmekti. Ki bunları daha sonra Guantanamo ve Abu Ghraib’de uygulayacaklardı.
Naomi Klein insanın insana uyguladığı bedensel şoktan yola çıktıktan sonra onu alıp toplumsal boyuta taşıyor. Şöyle ki:
“Şok doktrini bütün diğer doktrinler gibi bir iktidar felsefesi. Politik ve ekonomik hedeflere nasıl ulaşılacağının felsefesi. Ve bu felsefe serbest pazarın radikal fikirlerini uygulamanın en iyi yol ve zamanının bir büyük şok sonrası olduğunu öne sürüyor. Bu şok bir tür ekonomik çekirdek erimesinden, bir doğa felaketinden, ya da terörist bir saldırıdan kaynaklanabilir. Ya da bir savaş da olabilir. Önemli olan bu krizlerin, felaketlerin, şokların bütün toplumu yumuşatmış olmasıdır. Şaşkınlık içendedirler. Ve tıpkı sorgu odalarında bir pencere açılması gibi o sırada bir pencere açılır. Ve bu pencereden ekonomistlerin ekonomik şok terapi dedikleri şey içeri girer. Bununla kastedilen aslında ülkelerin fethedilmesidir. O alan da bir reform, şu alanda bir reform gibi değil, bir kerede radikal değişiklikler olur. 90’lı yıllarda Rusya’da gördüğümüz gibi ya da Paul Bremer’in işgalden sonra Irak’ta yapmaya çalıştığı gibi.”
Şok Doktrini filminde de göreceğiniz gibi neoliberalizm dünyaya kendiliğinden yayılmamış; savaş, doğal felaketler ya da darbelerle şoka uğramış toplumlara empoze edilmişlerdi. Neoliberal uygulamalar toplumların demokratik tercihleri sonucu gelmemiş, olağanüstü durumlarda onlara kabul ettirilmişlerdi: Şili’de 1973’teki darbe sonrası, İngiltere’de Falkland Savaşı ve 80’li yıllarda sendikalara zor kullanarak uygulanan baskılar sonrası… Neoliberal küreselleşmenin ideologlarından Milton Friedman Thatcher‘ın, Nixon’un, Reagan‘ın, Bush yönetiminin danışmanıydı. Donald Rumsfeld‘i kariyerinin başlarında yönlendirmişti. 70’li yıllarda Pinochet‘nin danışmanıydı. 80’li yılların ikinci yarısında reformları yaparken Çin Komünist Partisi’nin de danışmanıydı. Büyük bir etkinliği vardı yani.
Filme yönelik eleştirilere gelirsek… Şok Doktrini biraz siyasi belgesel kültürü olanların tamamıyla aşina olduğu görüntülerin hızlı bir şekilde arka arkaya getirilmesinden oluşuyor. Allende’nin bombalanışı, stadyumlara doldurulan gençler, sular altında New Orleans manzaraları, Berlin Duvarı’nın yıkılışı, Uzak Doğu’dan tsunami görüntüleri… Sürekli bir görüntü bombardımanı ve üstüne her şeyi bilen sesin konuşması… Görüntüler bir tek kendisine elektro şok yapılmış kadınla yapılan röportaj ve Naomi Klein’ın konferans konuşmaları sırasında sakinleşiyor.
Bir de fazlasıyla ajitasyon-propaganda, agitprop tarzında olmuş: İyiyi kötüyü ben bilirim, sen de bunlara inan! Ajitasyona dünden razı dimağlar dışındakiler için kaba ve itici bir tarz. Ben de inanmak istiyorum ama lütfen biraz düşünmeme izin ver!
Naomi Klein röportajı için tıklayın!