Tam dokuz filmin vizyona girdiği yeni bir sinema haftasına merhaba diyoruz sevgili okurlar! Romantizm, komedi, korku, her şey var listede… Üstelik Türk filmleri açısından da zenginiz. Haftanın yıldızı ise, kuşkusuz Berlin’den Altın Ayı ile dönerek göğsümüzü kabartan Bal. Buradan Semih Kaplanoğlu’nu bir kez daha tebrik ediyor, kendisine saygılarımızı sunuyoruz…
Old Dogs/ İki Babalık
Yön: Walt Becker
Oyn: Robin Williams, John Travolta, Kelly Preston, Matt Dillon, Seth Green
Sizlere eğlenceli bir film önerisinde bulunan neşeli bir yazı yazmanın hayaliyle, önceki gün Old Dogs/ İki Babalık’ı izlemek üzere heyecanla kuruldum koltuğuma. Ama filmin neredeyse ilk anından bu yana ne yazsam, nasıl anlatsam diye düşünüyor; bir yandan vicdanımı yoklarken diğer yandan kafamı toplamaya çalışıyorum. Tersninja’daki kısa geçmişimde ne kadar hissedilmiştir bilmem, ama sinemaya olan sevgim bazen sinema okumalarımın da duygusal tonda seyretmesine neden olabiliyor… Özetle, bire bir tercümeyle İhtiyar Köpekler adını taşıyan İki Babalık konusunda da benzer bir durum yaşıyorum.
Filmin senaryosu David Diamond ve David Weissman’a ait. Yönetmen Walt Becker ise daha önce çektiği Van Wilder/ Kaçıklar Üniversitesi (2002), Buying The Cow (2002), Wild Hogs/ Çılgın Motorcular (2007) adlı filmlerle biliniyor. Kuşkusuz afişle ilk karşılaşmada İki Babalık’ın en büyük kozu oyuncuları… Yıllar yılı bildiğimiz, çok sevdiğimiz ve artık ailemizden birileri gibi olmuş John Travolta ve Robin Williams. Böyle isimler söz konusu olunca, filmin vaat ettiklerinden bağımsız, sırf sevdiklerimi görmek merakıyla gidebiliyorum sinemaya. Hatta bu bekleyişten heyecan duyuyor, kavuşma anından keyif alıyorum. Tabii film çok da büyük hayal kırıklığı yaratmıyorsa…
Dilerseniz hayal kırıklığının boyutlarını anlatmaya konudan başlayalım. Charlie (John Travolta) ve Dan (Robin Williams) 50’li yaşlarını süren, ekonomik durumları gayet iyi, lüks muhitlerindeki modern evlerinde parlak bir hayat yaşayan, gezen tozan, tüketim toplumunun rahatı bulmuş insan profilinin genel teamülüne uygun olarak para – başarı – keyif üçgeninde düzenini kurmuş, eğlencesine bakan ve gerisini çok sorgulamayan, özellikle de Charlie karakterinin tasarımında zenginliğin ve işadamı olmanın o meşhur halleriyle, yani abartılı bir özgüven ve şımarıklık gibi sinir bozucu özelliklerle donanmış iki iş ortağı ve en yakın arkadaştırlar. Charlie hala aile olmak, birine bağlanmak gibi değerleri aşağılayıp çapkınlık peşinde koşarken, Dan ise naif bir karakter olarak yine de aşk ve romantizme daha yakın durmakta, hatta yıllar önce bir günlüğüne evli kaldığı eski eşi Vicky’yi (Kelly Preston) zaman zaman yad etmektedir.
İşte tam bu sırada Vicky sürpriz bir haberle çıka gelir. Meğerse o bir günlük evlilik yedi yıl önce ikiz meyveler vermiştir ve şimdi Dan’in, biri kız diğeri erkek ufaklıklara 15 günlüğüne mukayyet olması gerekmektedir. Tahmin edeceğiniz üzere zorlu olaylar ve mücadeleler dizisi de gayet alışıldık ve standart biçimde böylece başlar. Aslında dizi sözcüğünün burada görünenden daha çok şey ifade ettiğini söyleyebilirim; çünkü zaten filmin ilk aksaklığı anlatımda bir akıcılık taşımaması ve toplamda art arda gelen bir skeçler dizisi gibi durması.
Gelelim diğer tatsızlıklara… Genelde insanların klasikleşmiş korkuları üzerinden (evlilik, bağlanma vb. gibi) mizah yapma kolaylığına kaçan Amerikan komedi sineması, burada da iki erkeğin ihtiyarlığa yol alma endişesi ve bunlardan birinin de artık babalığa soyunma stresi üzerinde zuhur ediyor. Ve ne yazık ki konu/ yaklaşım gibi, espriler de tamamen demode ve senaryo son derece sürprizsiz. Senaryonun da ötesinde, filmin en büyük yetenek sorunu bana göre yönetmenin hanesine yazılacak.
Özetle kötü, kalitesiz bir komedi İki Babalık. Sonunda da aile olmanın önemi, hayatta manevi değerlerin işten ve paradan daha mühim olduğu gibi mesajlarla yine beylik bir bağlama yapıyor. Filmin iyi yanları var mı, derseniz… Çok önemli performanslar olmasa da Travolta ile Williams’ı görmek güzel. Bugüne dek fazla dikkatimi çekmeyen Seth Green’i, muhteşem ikilinin asistanı rolünde izlemek de hoşuma gitti. Özellikle asistanın gorille buluşmasına çok güleceğinize eminim; filmi olmasa da bahsettiğim sahneyi hemen Youtube’dan bulun ve izleyin lütfen… Ve son olarak, ikilinin bir Japon şirketiyle yaptığı iş görüşmesi sahnelerinin, gerek Amerikan gerekse evrensel düzeyde işadamı şaklabanlıklarını ve bir de Amerikan toplumunun Japon iş dünyası ve işadamı profiline nasıl baktığını içler acısı biçimde ortaya koyduğunu eklemek isterim.
Bal
Yön: Semih Kaplanoğlu
Oyn: Bora Altaş, Erdal Beşikçioğlu, Tülin Özen
Evet, bu haftanın yıldızı, 60. Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı ile dönen, merakla beklediğimiz Bal… Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf Üçlemesi’nin, Yumurta ve Süt’ten sonra gelen son filmi. Kaplanoğlu, facebook’a düştüğü notlarda Bal’ı şöyle anlatmış: … Bal aynı zamanda bir ruhun kaynağına yaptığımız yolculuğun da son aşaması. Yumurta’da olgunluğa erişen Yusuf, Süt’te yuvadan ayrılıp yetişkinliğe adım atıyordu. Bal’da ise şairin çocukluğuna gidiyoruz. Doğu Karadeniz bölgesinin en uzak ve doğa şartları bakımından da en vahşi yöresinde, modern hayatın henüz ulaşamadığı bir noktada hayatı anlamlandırmaya çalışan bir çocuğun, aniden ortadan kaybolan babasını arayışının içsel öyküsü Bal. Dünyanın en güzel balı olarak adlandırılan Karakovan Balı, karanlık ve ürkütücü bir ormanın derinliklerinde yüksek ağaçların üzerine kurulmuş el yapımı kovanlarda, sayısı son derece azalmış balcılar tarafından yetiştirilmektedir. Nesli hızla tükenen Kafkas arısı ve balcı Yakup’un birlikte meydana getirdikleri bu şifalı Bal, orada yaşayan insanlar için eski dünyanın ve tahrip olmamış doğanın özü ve kutsal bilgisidir. Bütün zorluklara ve maruz kalınan tehlikelere rağmen bu mucizeyi yüksek ağaçların üzerinden toplama maharetini gösteren Yakup, oğlu Yusuf’un gözünde kutsal bir kişidir. Yusuf için korkunç bir yaratık olan ormanı ve dev ağaçları dize getirip canavarın yuvasından Bal’ı getiren babanın kaybolması büyük bir düş kırıklığı yaratır.
Bal’ın senaryosunu Orçun Köksal ile birlikte yazan Semih Kaplanoğlu’nun, Yusuf Üçlemesi öncesinde çektiği Herkes Kendi Evinde ve Meleğin Düşüşü adlı iki filmi daha var.
The Descent: Part 2/ Cehenneme 2 Adım
Yön: Jon Harris
Oyn: Michael J. Reynolds, Shauna Macdonald, Jessika Williams, Douglas Hodge
Korku macera türündeki film, Appalachian mağarasında yaşanan dehşetten kurtulmuş genç bir kadının çevresinde gelişen olayları anlatıyor. Kadın, yetkililere içeride yaşananları ve neden her yerinin arkadaşlarının kanlarıyla kaplı olduğunu anlatamayacak halde. İçeride yaşananları bilen tek kişi olduğu için, mağaraya tekrar girmek zorunda kalıyor. Ancak mağaraya girdiğindeyse, yetkili ekibin kendisine güvenmemesi bu korku dolu anları kadın için iyice zorlaştırıyor.
Yönetmen Jon Harris’in ilk uzun metraj filmi olan Cehenneme 2 Adım’ın senaryosu J Blakeson, James McCarthy, James Watkins ve Neil Marshall tarafından yazılmış.
Eastern Plays/ Şark Oyunları
Yön – Sen: Kamen Kalev
Oyn: Christo Christov, Saadet Işıl Aksoy, Hatice Aslan, Ovanes Torosian
Dram türündeki filmde, birbirinden kopmuş iki kardeşin ırkçı bir baskında karşı saflarda buluşmalarının öyküsü anlatılıyor. Kardeşlerden biri Neo Nazilere yeni dahil olmuş; diğeri ise bu grubun saldırısından bir Türk aileyi kurtarmıştır. Genç Nazi işte bu noktada hareket içerisindeki yerini sorgulamaya başlıyor.
Reklam ve video klip yönetmeni Kamen Kalev’in ilk uzun metraj çalışması olan Şark Oyunları, 2009 Cannes Film Festivali’nde Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde gösterilmişti.
The Rebound/ Aşkın Yaşı Yok
Yön – Sen: Bart Freundlich
Oyn: Catherine Zeta Jones, Justin Bartha, Saadet Işıl Aksoy, Steve Antonucci
Romantik komedi türündeki filmde, 40 yaşına yeni basmış, 2 çocuk annesi güzel bir kadının öyküsü anlatılıyor. Pasta yapmak, sandviç hazırlamak, çocukları okula bırakmak gibi birçok işi aynı anda yürütme konusunda uzmanlaşmış olan kadın, kocasının kendisini aldattığını öğrenince yeni bir hayata başlamak üzere New York’un yolunu tutuyor ve orada 24 yaşındaki yeni bir üniversite mezunuyla tanışıyor.
Daha önce Trust The Man, Cathch the Kid, World Traveler adlı filmleri yöneten Bart Freundlich en çok televizyon için çektiği Californication dizisiyle tanınıyor.
En Mutlu Olduğum Yer
Yön: Kağan Erturan
Oyn: Ezgi Asaroğlu, Nihat Altınkaya, Sivga Erez, Hakan Vardar
Romantik macera türündeki film, 25 yaşına gelmelerine rağmen hala hayatta ne yapacaklarına karar veremeyen iki gencin öyküsünü anlatıyor. Yolları İstanbul’un sıcak bir yaz gecesinde düzenlenen ofis partisinde kesişen ikili, birbirlerinden müthiş etkileniyor ve birlikte sürpriz bir maceraya doğru yola çıkıyorlar.
En Mutlu Olduğum Yer’in senaryosu Ümit Ünal ve Gencay Ünsalan tarafından yazılmış. Yönetmen Kağan Erturan’ın isedaha önce Ters Yüz adlı televizyon dizisinde imzası var.
Beş Şehir
Yön – Sen: Onur Ünlü
Oyn: Bülent Emin Yarar, Şebnem Sönmez, Beste Bereket, Tansu Biçer
Dram türündeki film, İstanbul’a tayin olmuş bir polis memurunun öyküsünü anlatıyor. Henüz şehre alışmaya çalışan polis, Beyoğlu’ndaki bir şekerci dükkânında çalışan genç kadına gönlünü kaptırıyor fakat ne yapsa onun dikkatini çekmeyi başaramıyor. Oyuncak trenler satarak yaşamaya çalışan eski bir hukuk öğrencisinin de, aynı şekerci dükkanının diğer elemanına karşılıksız gönül vermesi gibi…
Beş Şehir ile Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülüne değer bulunan Onur Ünlü daha önce Polis, Çocuk ve Güneşin Oğlu adlı filmleri yönetmişti.
Rina
Yön: Şenol Sönmez
Oyn: Paşhan Yılmazel, Eray Türk, Çağlar Çorumlu, Merve Sevi, Cüneyt Gökçer, Cezmi Baskın
Komedi dram türündeki film, bir adada yaşayan üç gencin öykülerini anlatırken, insanların hayalleri uğruna yaptıkları fedakârlıkları sorguluyor. Bir balık türü olan Rina, filmde ada ve insanın yalnızlığının benzeşmesinden doğan bir metafor oluşturuyor. Kısa bir süre kaybettiğimiz Cüneyt Gökçer’in varlığı da filmi çekici kılan unsurlardan…
Senaryo, yönetmen Şenol Sönmez ile Levent Pala tarafından yazılmış. Rina, daha önce aralarında Doktorlar dizisinin de olduğu pek çok televizyon projesinde yönetmenlik yapan Sönmez’in ilk sinema filmi.
Son İstasyon
Yön: Oğulcan Kırca
Oyn: Levent Kırca, Başak Daşman, Korel Cezayirli, Suna Selen
Dram türündeki film, taşrada küçük bir istasyonda emekliliğine gün sayan bir memurun öyküsünü anlatıyor. Emekli ikramiyesiyle bir ev alıp hayatının son demlerini huzur içinde geçirmeyi planlayan memurun kızı ve küçük oğlu da daha iyi bir yaşamın hayalini kuruyorlar. Ve bu hayaller, sonunda tüm aileyi İstanbul’a sürüklüyor ancak olaylar büyük kente göçle beraber kontrolden çıkıveriyor.
Son İstasyon’un senaryosu yönetmen Oğulcan Kırca ile Tekin Duman tarafından yazılmış. Genç Kırca daha önce yine babası Levent Kırca’nın oynadığı Tek Celse adlı filmi ve televizyonda Olacak O Kadar’ı yönetmişti.