Kısa bir süre önce dillendirdiğimiz, havaların ısınmasıyla vizyonun çoraklaşacağına dair hissiyatımız gerçek hayattaki karşılığını bulmaya başladı ve biz de kendimizi, görücüye çıkanların son aylara göre epey azaldığı bir haftanın içinde bulduk sevgili okurlar… Ama olsun… Az olsun, iyi olsun! Mesela bu yılın çok ses getiren edebiyat uyarlaması, Tolstoy’un son yılını anlatan Aşkın Son Mevsimi salonlarda sizleri bekliyor… Geniş hayran kitlesine sahip meşhur çizgi karakter Demir Adam da keza devam filmiyle vizyonda… Politik dram meraklıları için de Takiye var… Yaz iyice bastırmadan keyfini çıkarın der, her zamanki gibi iyi seyirler dilerim!
İstanbul Film Festivali’nde, kaçırdığıma en çok üzüldüğüm film olmuştu The Last Station/ Aşkın Son Mevsimi. Biraraya getirdiği motif ve nitelikleri düşününce, sinemayla ilgili benzer beklentilere sahip herkes için de kaçırılmayacak bir iş olduğunu düşünüyorum. Nedir bunlar diye bakarsak… Bir kere edebiyatla aranız iyiyse, dünyanın en büyük romancılarından birinin beyazperdedeki biyografik öyküsüne kayıtsız kalamazsınız. Üstelik, büyük sanatçının öyküsü yine bir başka yazarın (Jay Parini) kaleminden, bir edebi eserden sinemaya uyarlanmışsa merakınız ikiye katlanır. Bunlara bir de dönem filmlerinin görsel cazibesi, ritmi ve atmosferine olan özel ilginiz eklenirse… Hatta çok sıradışı ve tarihi bazı gerçek karakterlerin son demleri, yine olgunluk çağlarını yaşamakta olan iki dev oyuncu Helen Mirren ve Christopher Plummer tarafından canlandırılıyorsa, sözünü ettiğim formül tamamlanmış ve Aşkın Son Mevsimi de hedefin ucuna oturmuş olur.
Evet, film 1910 yılında 82 yaşındayken bir tren istasyonunda yaşamını yitiren Lev Tolstoy’un son yılına, yazarın neredeyse yarım asırlık hayat arkadaşı Sofya ile yaşadığı karmaşık aşkın son dönemlerine tanık ediyor izleyiciyi. Yazarın, eserlerinin haklarını karısına mı yoksa Rus halkına mı bırakması gerektiğinin sorgulandığı öykü ana ekseni çevresinde; mülkiyeti tümden reddetmiş Tolstoy (C. Plummer) ile halen aristokrat havasını korumakta olan karısı Sofia (H. Mirren) arasındaki değişen değerler dengesi; bu değişkenlerin aşkın özüne olacak/ olamayacak etkileri ve yine bu tablonun içinde yer alan, Tolstoy’un sekreteri genç ve naif Valentin (J. McAvoy) ile sevdiği kadın Masha’nın taze ilişkileri kontrasında, aşkın halleri/ dönüşümleri irdeleniyor.
Aşkta esas olan, ruhun asaleti midir yoksa tenin hazları mı? Şöhret mi galip gelir mahremiyet mi? Tolstoy gibi edebiyat tarihine mal olmuş bir adam (ve bu anlamda benzerleri) karısına mı aittir yoksa tüm dünyaya mı? Milyonlar tarafından sözü dinlenmiş/ anlaşılmış bir adam, peki ya 48 yıllık hayat arkadaşına kendini ifade edemezse… Bir karı kocanın arasında yaşam boyu deneyimlerle kodları belirlenmiş ortak dil bir gün kifayetsiz kalırsa… Yabancı basında bazı eleştirmenler, Mirren’ın kıskanç ve tutkulu eş/aşık Sofya yorumunu şiirsel olarak tanımlamışlar. Plummer ise, ruhun derinliğinin geçkin yaşa rağmen korunabilmesini yansıtmaktaki başarısıyla kendinden söz ettiriyor.
Aşk parametresine dahil olmasa da filmin lokomotif kişisi, yazarın eser haklarının halka geçmesi için Sofya’ya karşı savaşan Tolstoy müridi Chertkov (P. Giamatti). Bence son dönem sinemasında böyle karmaşık ve iddialı bir rol için düşünülebilecek en isabetli isim… Öykünün satır aralarında ise; yazarın Hristiyanlık yorumuyla teşkilatlanmış bir mezhep haline gelen Tolstoyizm ve yine düşünsel aktivite sahasına giren evrensel barış, özel mülkiyet hakkının reddi, sosyalizm, pasifizm, kadın özgürlüğü gibi konu ve kavramların izleri var.
Resmin geneline bakınca, kendi adıma kuşku yaratan tek partinin yönetmen Michael Hoffman olduğunu söyleyebilirim. Restoration/ Restorasyon (1995), One Fine Day/ Özel Bir Gün (1996), A Midsummer Night’s Dream/ Bir Yaz Gecesi Rüyası (1999), The Emperor’s Club/ İmparatorlar Kulübü (2002) gibi filmlerinden tanıdığımız Hoffman’ın, Tolstoy’un altından kalkacağını garanti eden benzer bir deneyimi olmasa da, yine konunun yabancı basındaki yansımalarına göre zevahiri kurtardığı söylenebilir… Hatta kendisinin özellikle melodram – trajedi geçişlerinde başarılı olduğu; ikisinde de ölçüyü koruduğu ve dengeyi tutturduğu söylenmiş… Eh, üstüne bir de Tolstoy’un yaşamı ve her performansı ayrı bir sinema olayı olan oyuncular eklenince, Aşkın Son Mevsimi’ni haftanın yenilerinde ilk sıradan tarafınıza sunuyoruz sevgili okurlar!
Numan Serteli’nin film değerlendirmesi için tıklayın.
Marvel’in ünlü süper kahramanını sinemaya taşıyan bilimkurgu macera türündeki serinin ikinci ayağı da, ilk filmde olduğu gibi yönetmen Jon Favreau ile başrol oyuncusu Robert Downey Jr’ı biraraya getiriyor. Milyarder mucit Tony Stark’ın aslında Iron Man olduğu artık tüm dünya tarafından bilinmektedir. Ancak teknolojisini orduyla paylaşması için hükümet, basın ve halk tarafından büyük baskı görmeye başlar. Tony’nin korkusu ise bilginin yanlış kişilerin eline geçmesi ve kötücül amaçlar için kullanılmasıdır. Sonunda Iron Man zırhının sırrını koruyabilmek için Pepper Potts ve James Rhodes’ı da yanına alarak yeni bir ittifak kurar ve büyük güçlerle yüzleşmek üzere harekete geçer.
Film, kültleşmiş çizgi roman karakterini beyazperdede canlandırmak gibi garantili bir formülün yanı sıra, güçlü oyuncu kadrosuyla da cazibesini artırıyor. Jon Favreau’yu ise serinin dışında Made, Elf, Zathura: A Space Adventure/ Bir Uzay Macerası gibi filmlerdeki yönetmenlik deneyimiyle ve Very Bad Things/ Hiç Hesapta Yokken, Deep Impact/ Derin Darbe, Something’s Gotta Give/ Aşkta Her Şey Mümkün, The Break-up/ Ayrılık, Four Christmases/ Zoraki Tatil, I Love You Man/ Adamım Benim, Couples Retreat/ Arızalı Çiftler gibi filmlerdeki oyuncu kimliğiyle tanıyoruz.
In Gottes Namen
Takiye: Allah Yolunda
Yönetmen: Ben Verbong
Senaryo: Kadir Sözen
Oyuncular: Erhan Emre, Fahriye Evcen, Rutkay Aziz, Ali Sürmeli, Mahir Günşiray
Yapım: 2010, Almanya/ Türkiye, 95 dk.
Politik dram türündeki film, Avrupa’daki İslami yatırım şirketlerinden birine tüm parasını kaptıran bir ailenin dağılma öyküsünü anlatıyor. Ailenin üyelerinden olan Metin hem kendi birikimlerini bu şirkete yatırmış, hem de yakın çevresini aynı işe girmeye ikna etmiştir. Fakat şirket iflas eder ve yöneticileri bir anda ortadan kayboluverir. Metin, ailesinin parasını kurtarma kaygısının ötesinde, kendisine inanan pek çok insana karşı da sorumludur artık. Ancak bu sır düğümünü çözmek için çıktığı yolculuk, onu hiç beklemediği bazı gerçeklerle yüz yüze getirecektir.
Gerçek olaylardan yola çıkılarak beyazperdeye aktarılan Takiye: Allah Yolunda’nın yönetmeni Ben Verbong, daha çok ülkesi Almanya’da çektiği filmler ve televizyon dizileriyle; uluslararası sinema platformunda ise The Slurb ve A Christmoose Carol gibi işleriyle tanınıyor.