Korkusu, komedisi, Türk filmi, ödüllü başyapıtı ve animasyonuyla, pek çok türü ve rengi içinde taşıyan dinamik bir sinema haftası başlıyor sevgili okurlar! Her zevke göre film bulmak mümkün salonlarımızda. Korku sineması takipçileri için Hallowen efsanesi devam ediyor… Romantik komedi meraklıları, türün en popüler isimlerinden Jennifer Aniston’la buluşuyorlar… Türk sinemasında, önemli oyuncuları bir araya getiren Siyah Beyaz adlı çalışma var… Çocuklar animasyonla seviniyor… Gerçek sinefiller içinse tam bayram! Bu yılın Oscar sahibi Gözlerindeki Sır, emin olun, unutamadıklarınız arasına girecek ve sizi sinemaya bir kez daha aşık edecek…
Bir destan, modern ağıt, bir başyapıt…
Secreto De Sus Ojos (Gözlerindeki Sır)’u izlerken, hatta daha ilk yarının sonlarında, bu ve benzeri düşünceler çoktan aklımda yoğunlaşmaya başlamıştı sevgili okurlar. Uzun zamandır mideme yumruk yemişim hissi uyandıran bir film izleme zevkine ulaşamamıştım. Sağ olsun, Arjantinli yönetmen Juan Jose Campanella bunu ziyadesiyle başardı.
Aslında üst satırlara girmesi gereken bir teşekkürüm daha var; o da, filme aktarılan romanın yazarı Eduardo Sacheri’ye… Zaten senaryoyu da oturup yönetmenle birlikte yazmışlar. Bu yıl En İyi Yabancı Film dalında Oscar ödülünü kazanan Gözlerindeki Sır’rın, yarışın ilk başından ipi göğüsleyeceğine kesin gözüyle bakılan Un Prophete (Peygamber)’i geride bırakmasına hiç şaşırmadığımı söyleyebilirim.
Oyuncu ve senarist olarak da çeşitli deneyimleri olan ve Son of Bride, Moon of Avellaneda gibi az sayıda filmi bulunan yönetmen Campanella, şahsen benim müptelası olduğum televizyon dizisi Dr. House’ın da yönetmeni. Diziyi izleyenlerin çok iyi bileceği gibi, Campanella bu filmde de karakterlerin iç dünyasına vurgu yapmak ve tempoyu baştan sona yüksek tutmak konusunda kusursuz bir işe imza atmış. İzleyiciyi bütünüyle ele geçiren sıradışı öyküsü, güçlü diyalogları, başarılı kurgusu, akıl oyunları ve detaylardaki derinliğiyle unutulmaz bir film çıkmış sonuçta ortaya.
Gözlerindeki Sır, geçmişe ait olduğu hemen anlaşılan ve tren istasyonunda yaşanan son derece şık bir ayrılık sahnesiyle başlıyor. Ardından, bu sahnenin kahramanı olan emekli sorgu müfettişi Esposito’yu şimdiki zamanda, bir romanın ilk satırlarını yazarken görüyoruz. Esposito, 25 yıl önce araştırdığı bir olayı kaleme almak üzere şehre geri dönüyor. Ve film, geçmişe gömülmüş bir tutku cinayetinin izleğinde, geri dönüşlerle, iki paralel zamanda ilerlemeye başlıyor.
Eski bir fotoğrafta, gözlerindeki tutku dolu bakışla kendini ele veren katilin peşinde geçen kovalamaca, sorgu ve hesaplaşma süreci, aslında çok derin bir felsefi metnin zeminini oluşturuyor. Yönetmen; aşk, suç ve ceza öyküsü çemberinde “Geçmiş geçmişte kalmalı,” “Koca bir hayat boşuna yaşanır mı?” “Bize kalan sadece hatıralardır, o yüzden en iyilerini seçmeli,” gibi tezlerini birer birer ortaya atıyor ve hepsini ayrı ayrı didikliyor.
“Erkek milleti her şeyini değiştirebilir, tutkusu dışında…” formülünden hareketle, mektuplarında yazdığı futbolcu isimleri üzerinden soluk kesen akıl oyunlarıyla katile ulaşılıyor ve oldukça sarsıcı bir sorgulama sahnesiyle olayın psikolojik çözümlemesi gerçekleşiyor. Tutkuları, korkuları ve zayıflıklarıyla özenle işlenmiş karakterler, oyuncuların da marifetiyle kusursuz biçimde canlandırılmış.
Tüm bu süreçte, yaşanan olayların arka planında aşkın hallerini de sorgulamayı ihmal etmiyor yönetmen. Katilin cinayet işleyecek kadar hastalıklı tutkusu, biricik eşi öldürülen kocanın sonsuzlaşan bağlılığı ve sorgu müfettişi Esposito’nun 25 yıl bitmeyen imkansız aşkı üzerine düşünmekten alamıyoruz kendimizi film boyunca. Federico Jusid ve Emilio Kuderer’in müzikleri, bu düşünsel sürece duygularımızın da coşarak eşlik etmesine büyük katkı sağlıyor.
Bryan Singer’ın Usual Suspects (Olağan Şüpheliler)’i ve Neil Burger’ın Illusionist (Sihirbaz)’inin son dakikalarını andıran heyecan dolu final sahnesinde, yapbozun parçaları bir araya gelirken filmin nabzı gitgide yükseliyor ve sır düğümü çok etkileyici/unutulmaz bir neticeyle çözülüyor. Daha önce de söylediğim ve tekrar altını çizecek olduğum gibi; tutku, geçmişle hesaplaşma, aşksız bir yaşamın imkansızlığı gibi konuları olay örgüsü üzerinden eşeleyen, görsel bir felsefi metin bana göre Gözlerindeki Sır. Ve filmin başında görüntüye giren hurda daktilonun eksik A harfi en sonunda aşkı büyük harflerle beyaz perdeye yazarken, sinemanın sihirbaz yönetmenlerin elinde nasıl bir büyüye dönüşebildiğine bir kez daha tanık oluyoruz.
Korku–gerilim türündeki film, Michael Myers’ın yıllar sonra akıl hastanesinden kaçarak küçük kızkardeşini bulmak için eve dönüp başarısızlığa uğramasının ardından, amacına ulaşmak için katliamlarına devam ediş öyküsünü anlatıyor.
John Carpenter’ın 70’lerin sonunda büyük ses getiren Hallowen (Cadılar Bayramı) serisini bir dönüş öyküsüyle 2007’de yeniden canlandıran yönetmen Rob Zombie, şimdi de bu filmin devamıyla çıkıyor karşımıza.
Aksiyon komedi türündeki film, CIA ile işbirliği yapan ve görevini tamamladıktan sonra sevdiği kadınla yeni bir hayat kurmak isteyen Çinli bir casusun öyküsünü anlatıyor.
Filmin senaryosu James Greer, Gregory Poirier ve Jonathan Bernstein’a ait. Yönetmen Brian Levant’ı Snow Dogs (Kar Köpekleri), The Flinstones in Viva Rock Vegas (Çakmaktaşlar Taş Vegas’ta), Beethoven (Büyük Kaçış) gibi filmleriyle tanıyoruz.
Romantik komedi–macera türündeki film, cinayet sanığı olarak aranmakta olan eski eşinin peşine düşen bir ödül avcısının öyküsünü anlatıyor. Zamanında birlikte yaşamanın çok zor olduğunu düşünen ikili, bu kez hayatta kalmak gibi daha zor bir mücadelenin içinde buluyorlar kendilerini.
Filmin senaryosu Sarah Thorp’a ait.Yönetmen Andy Tennant’ı Fool’s Gold (Altın Şans), Sweet Home Alabama (Unutma Beni), Anna and the King (Genç Kız ve Kral), Hitch (Aşk Doktoru) gibi filmleriyle tanıyoruz.
Animasyon komedi türündeki film, efsanelerle örülü bir dünyada, ejderha öldürmeyi kahramanlık olarak tanımlamış kabile geleneklerine başkaldıran genç bir Vikingli ile arkadaşlarının öyküsünü anlatıyor.
Yönetmenler Chris Sanders ve Dean DeBlois, filmin senaryosunu Peter Tolan ve Adam F. Goldberg ile birlikte yazmışlar. Ejderhanı Nasıl Eğitirsin, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda ufaklıklara güzel bir armağan…
Siyah Beyaz Yönetmen: Ahmet Boyacıoğlu
Senaryo: Ahmet Boyacıoğlu
Oyuncular: Tuncel Kurtiz, Taner Birsel, Erkan Can, Nejat İşler, Şevval Sam, Derya Alabora, Rıza Sönmez
Yapım: 2010, Türkiye, 90 dakika
Ankara’nın meşhur barı Siyah Beyaz’da geçen film; fırtınalı bir hayat yaşamış ve 70 yaşına gelmesine karşın hâlâ durulmamış bir ressam, kalp krizi geçirdikten sonra işini bırakan ve sakin bir yaşam sürmeye çalışan bir avukat, mesleğini yapmaktan sıkılmış ve karısı tarafından terk edilmiş bir doktor, hayata karşı tek başına direnen ve yalnızlığı bir yaşam tarzı haline getirmiş bir iş kadınını mekanda buluşturarak bir dostluk öyküsü anlatıyor.
Siyah Beyaz, Gezici Festival’i gerçekleştiren Ankara Sinema Derneği’nin başkanı ve Türkiye Sinema Platformu Yürütme Kurulu üyesi Dr. Ahmet Boyacıoğlu’nun ilk uzun metraj çalışması.