!f İstanbul’un ikinci haftasına hızlı başlayacakken, ihtiyarlık beni vurdu sevgili okurlar. Gece yarısı sinemasına aldığım bilet, kanepe çekimine daha fazla dayanamayarak uykunun dibine vuran bendenize yar olmadı. Ayrıntılar içeride…
Programdaki en cazip bölümün Karanlık ve Köşeli olduğunu söylemiştim zaten önceki yazıda. İşte bu yılın ilk ve tek kaybı malesef bu bölümden geldi.
Blue Ruin / İntikam
Seyretmediğim film hakkında ahkam kesmemi beklemiyorsunuz herhalde…
R100
Yatıyorum kalkıyorum hep aynı şeyi söylüyorum gibi olmasın ama Japon Sineması’nda son yıllarda gözüme kestirdiğim nadir isimlerden biri, Hitoshi Matsumoto’nun bu son filminden beklediğim tadı alamamanın burukluğu içindeyim.
Karısı komada olan ve küçük oğluna bakma yükümlülüğü ile ortada kalan bir adamın sado-mazo bir kulübe adım atmasıyla başlayan olaylar, kısa zamanda çığrından çıkar. Kulüp ile yaptığı 1 yıllık sözleşme gereği, nereden ne zaman çıkacağı belli olmayan dominatriksler tarafından çeşitli şekillerde şiddete maruz kalan kahramanımız, her acının sonunda huzura eren şişik suratıyla ekranda gülümserken, seyirci olarak bizler de ister istemez gülüyoruz.
İtiraf etmem gerekir ki filmi seyrederken çok fazla gülmesem de (bu durumda Matsumoto’nun önceki filmleriyle karşılaştırdığım zaman seyrelen komedi unsurlarının etkisi yok sayılamaz) filmi seyrettikten sonra geriye bakınca, düşünce bazında aslında oldukça komik anlar var. Yine de Matsumoto’dan Dai Nipponjin ya da Shimboru filmlerinde olduğu gibi absürd komedi unsurlarının had safhada olduğu bir film beklentisi içinde olan muhafazakar bir seyirci olduğum gerçeğini saklamayacağım.
L’étrange Couleur Des Larmes De Ton Corps / Bedenindeki Gözyaşlarının Garip Rengi
Cattet-Forzani ikilisinin bu son neo-giallo filmini, önceki filmleri Amer’den daha çok sevdim. Daha ilk dakikadan, giallo janrına göndermelerle açılan film, şehir dışına yaptığı yolculuktan eve dönen bir adamın ortadan kaybolan karısının peşine düşme hikayesi. Böyle yazınca sıradan bir kayıp arama hikayesi gibi tınlasa da, protagonistin haleti ruhiyesinden tutun, şüphe çekici yan karakterlere kadar hem konusuyla hem de Strange Vice of Mrs. Wardh’daki vücut üzerinde parçalanan cam kırıkları sahnesinden Lizard in a Woman’s Skin’deki geometrik mekan sekansına uzanan geniş bir gönderme yelpazesi sunan film, teknik açıdan oldukça başarılı bir film. Seyretme kolaylığı açısındansa biraz sıkıntılı olduğunu kabul etmek lazım. İçiçe geçmiş ayna görüntüleri gibi birbirini takip eden aynı sahnelerin, filmin fransız köklerine dayandığını söylemek atıp tutmak olur mu bilemiyorum doğrusu. Kısacası seyretmesi biraz zor ama türe tapanlar için tat alması kolay bir film var karşımızda.
Under the Skin / Derinin Altında
Başka dünyalardan gözel dünyamıza bir kadın kılığında inmiş bir uzaylının, insan doğasını tanıma deneyimlerini anlatan Derinin Altında, aslında kısa film olabilecekken, uzun metraj sularına dayanmış bir film. Yer yer bünyemde yalnızca Scarlett Johansson oynasın diye çekilmiş izlenimi uyandıran filmde, insanın iyi ve kötü karmaşası karşısında Johansson’ın canlandırdığı dünyadışı varlık bile afallıyor ki, varın gerisini siz düşünün.
İşte böylece bir !f’i daha yedik bitirdik sevgili okuyucular. Gelsin şimdi İstanbul Film Festivali…