14. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali 2015, kalplerimizi yerine oturtarak nihayete erdi. Sıra Ankara’lı ve İzmir’li seyircilerin kalpleri için doğru yeri bulmalarında…
Regarding Susan Sontag / Susan Sontag Hakkında; 20. yy’ın en bilinen fikir insanlarından biri olan Susan Sontag’ın hayatını anlatan belgesel, ağırlıklı olarak Sontag’ın yakın çevresinden insanların tanıklıkları etrafında dönerken Sontag’ın özel hayatına da ışık tutmuş. Hatta bana kalırsa ışığı biraz fazla tutmuş. Açıkçası belgeseli seyrederken izleme açısından hiçbir sorunla karşılaşmadım. Ama asıl izledikten sonra kafamda bazı sorular oluştu. Mesela Susan Sontag’ın fikir hayatından daha çok özel hayatı konusunda bilgi ediniyoruz. Bu durumun sadece seyirci olarak bize mahsus olduğunu düşünmüyorum. Yönetmenin de bu durumda payı büyük. Öyle ki bir yerden sonra “Sontag, ilk romanını yazdı.” denildikten hemen sonra lezbiyen bir ilişkisi ile ilgili maruzat veriliyor. Üstelik belgeselin bir noktasında Sontag’ın “Sır saklamak istemiyorum ama mahremiyetimin de korunması istiyorum” minvalindeki bir düşüncesi temel alındığında bu düşünceye düpedüz ters düşecek kapasitede bir iş çıkmış ortaya.
Öte yandan entelektüel açıdan ne kadar ağır da olsanız, mahremiyete karşı duyulan merak duygusunun önüne geçmek bir o kadar da zor. Son kertede belgeseli beğenip beğenmemek bir yana, Susan Sontag’ı hiç tanımayan biri için belgeselin yararlı olup olmayacağı konusunda şüphelerim var. Kahrolsun içimizdeki Meraklı Melahatlar.
Dyke Hard; !f İstanbul 2015 boyunca belki de bünyeme en yakın film, Dyke Hard idi. Karlı bir İstanbul gününde üşenmeyip (çöp için asla üşenmem), boşa yakın bir salonda izlediğim bu absürt deli saçması film, eziklerin kurduğu lezbiyen bir rock grubunun başından geçen bol maceralı, berbat oyunculuklu, yer yer pornografik, bir o kadar da aksiyon dolu bir olay örgüsü etrafında geçiyor. Dram olarak açılan film, ilerleyen dakikalarda aksiyona daldıktan hemen sonra, korku janrına uğruyor, aralara erotik sahneler sıkıştırıp ninja yıldızı fırlattıktan sonra biraz da müzik sosuyla romantiğe bağlayıp, iyiler her zaman kazanır ana başlığı altında nihayete ererken, salona da iyice boşalma niteliği kazandırıyordu…
Sayat Nova Nran Guyne / Narın Rengi: Ermeni Şair Sayat Nova’nın şiiri ve hayatı üzerine kurgulanmış bu güzelim film, tekrar tekrar okunabilecek bir şiir aslında. Sayat Nova kimdir, şiiri nedir, hiçbir fikrim yok. Ama filmdeki görsellik ve simgeler o kadar yoğun ve güçlü ki, insanda bir an önce tanıma, öğrenme dürtüsü vücuda getiriyor. Film boyunca acılarıyla Hz. İsa’ya özdeş bir yaşamın içerisinde yoğrulan Sayat Nova’nın çocukluktan başlayıp yaşlılığa uzanan yaşam evrelerinde aşkı, acıyı, hüznü, gündelik yaşamı, müziği bulurken, bir yandan da yaşadığımız topraklar vesilesiyle kültürlerin birbirleriyle ne kadar iç içe girmiş olduğunu görüyoruz. Narın rengi, abartmıyorum, gerçeküstü sinemasında gerçekten bir başyapıt.
The Look of Silence / Sessizliğin Bakışı; Sessizliğin bakışı hakkında, barındırdığı mezbul miktar gerçek göz önüne alınırsa nasıl bir ses çıkarılabilir ki? Kendisi doğmadan önce devlet destekli gruplar tarafından komünist olması öne sürülerek hunharca öldürülen ağabeyinin hikayesinin izini süren optometrist Adi, bozuk gözleri ölçerken aslında gerçekleri görünür kılmaya çalışıyor. Bakmak ve görmek gibi birbirinden farklı iki eyleme bu belgeselde anlamak ve hissetmek de ekleniyor ki, 1960’larda Endonezya’da vuku bulmuş komünist avının günümüz yansımalarını daha iyi kavrayabilmek mümkün olsun. Adi, her farklı kişiyle konuşmasından sonra ortaya saçılan gerçek karşısında sessizce bakarken, insan, insanlık adına artık bakmanın ötesine geçilmesi gerektiğinin ayırdına varıyor.
Birdman; Filmdeki eleştirmen Tabitha değilim ama bu film Hollywood’un kendini yıkayıp yağlamasından başka bir şey değil. İçinde tek bir evrensel değer dahi barındırmayan, körler sağırlar birbirini ağırlar minvali, olsa olsa yalnızca tekniğiyle ön plana çıkabilecek olan böyle bir film, neden Oscar’ı zerre sallamadığımın da ispatıdır. Neredeyse Hollywood aktörlerinin acılarının çocuğu kıvamına getirilişine üzüleceğdim. (And the oscar goes to gıcık Tuğba!)
Bir festivali daha Tersninja satırlarında sonlandırırken, Allah ayırmasın diyor, en yakın zamanda yeniden görüşmek üzere huzurlarınızdan kaykılarak ayrılıyorum sevgili dostlar. Ayrıca yazdıklarıma şöyle bir göz atıp bu ne biçim yazmaktır diyen okuyucular için şunu itiraf edeyim ki, geç saatlerde izlediğim filmlerde yaklaşık 15 dakika kadar uyukladığım doğrudur. Nasreddin Hoca hesabı, yorgunluktan içim geçmişse filmin hiç mi suçu yok bre ah alasıcalar!