!F 12. Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali bu yıl İstanbul dışında Ankara ve İzmir’de biletli gösterim yapacak. Üç büyük şehre yolu düşmeyenler içinse !F² ismiyle 31 şehirde online gösterimler düzenlenecek. 22-23-24 Şubat’ta programdan beş film internet üzerinden, ilan edilen merkezlerde aynı anda izlenebilecek.
Serkan Çellik
Filmleri incelemeye başlamadan önce festivalin her geçen yıl sponsorlar nedeniyle bağımsızlığını biraz daha kaybettiği yönündeki eleştirilere yorum getirmek istiyorum. Arkasındaki markalara bakınca festival yönetiminin bağımsızlıkla alakasının kalmadığı ortada. Ancak ismi okurken vurguyu doğru yerde yaparsak, festivalin değil filmlerin bağımsız olduğunu düşünüp iyi niyet gösterebiliriz. Kapanan sinemalar ve kalitesiz komediler dışındaki filmlere bilet almayan çoğunluk izleyici kitlesi düşünüldüğünde, ülkemizde gösterim şansı bulamayacağı aşikâr yapımları bize topluca sunan bir festivale ne kadar kızgın kalabiliriz? Gösterimlerin neredeyse mevcut her iki sinema salonundan birine sahip ve tekelcilikle suçlanan ülkenin en büyük sinema zincirinde gösterilmesine gelince:
Festivalin en dikkat çekici filmleri daha önce de olduğu gibi eski Beyoğlu sinemalarından birinde gösterilecek, tek fark buranın söz konusu gruba satılmış olması. Elbette gönlümüz Atlas ve Beyoğlu’nun da programda kendine yer bulmasını isterdi. Sosyal medyada yükselen en gür itiraz sesi ise 16 TL’ye kadar yükselen bilet fiyatlarına oldu. Açıkçası buna da katılmıyorum. Gösterime girmesi muhtemel GALA filmlerinden birini, biletinizi son anda gişeden alarak izlemek istemediğiniz sürece bu kadar para ödemek zorunda değilsiniz. Ön satıştan alınan biletlerde fiyat aralığı 3.50 ila 8.00 TL arasında değişti. Gidemeyeceğiniz filmlerin biletlerini geri verme şansınız da var. Kabul etmeli ki Anadolu’daki cep salonlarında bile bu fiyata film izlemeniz mümkün değil.
14 Şubat festivalin İstanbul ayağının ilk günüydü. Biz de ilk günün filmlerinden Aşk Seansları’nı (The Sessions) izledik. Polonya doğumlu Ben Lewin‘in Mark O’Brien‘ın yaşadıklarıyla ilgili makalesinden uyarladığı senaryonun temelinde yalnızlık vardı. Filmin gerçek hayattan alınan ana karakteri Mark O’Brien küçükken yakalandığı Çocuk Felci nedeniyle boynu dışındaki kaslarını kullanamıyor ve gününün çoğunu “Demir Akciğer” denen bir cihazın içinde geçirmek zorunda. 1988 Berkeley Kaliforniya’sında geçen hikâye adamın ölmeden önce bir kadınla cinsel ilişki yaşamak istemesi sonucu gittiği seks terapistiyle deneyimlediklerini anlatıyordu. Helen Hunt’a Oscar adaylığı getiren yapım, Altın Küre ve BAFTA başta olmak üzere birçok festivalde övgü toplamıştı; Sundance’de Seyirci ve Jüri ödüllerini kazanmıştı. Festivalde kaçıranlar için 22 Şubat’ta gösterime gireceğini ve ayrıntılı eleştirisinin Ters Ninja’da yayınlanacağını hatırlatalım.
16 Şubat filmlerinden Gazeteci Çocuk (The Paperboy) bir Amerikan bağımsızından beklenecek tüm sıra dışı durumlara ve ana akım sinemanın girmeye korkacağı aşırılıklara yer verilen vasat bir denemeydi. 2009 tarihli Acı Bir Hayat Öyküsü (Precious) ile En İyi Yönetmen Oscar’ına aday gösterilen ve övgüler toplayan Lee Daniels’ın çektiği film, tekdüze öyküsünün kurbanı olmuş. Zac Efron, Matthew McConaughey, Nicole Kidman, John Cusack ve David Oyelowo’nun rol aldığı yapım oyuncularını zorlayan bir iş. Özellikle Kidman’ın Altın Küre’ye aday gösterilen performansı çoğu kişinin alay konusu olmuş durumda.
17 Şubat’ta gösterilen Richard Linklater filmi Bernie’nin Suçu Ne? (Bernie) daha önce ülkemizde gösterime sokulacağı duyurulmuş ancak son anda vazgeçilmiş bir yapım. Before Sunrise, Before Sunset, Waking Life, Kaset (Tape) ve A Scanner Darkly filmleriyle kendine has hayran kitlesi edinen Linklater son filmini Skip Hollandsworth’un bir makalesinden yola çıkarak yazmış.
Texas Monthly’de çıkan habere göre küçük bir kasabada yaşayıp herkesin yardımına koşan Bernie Tiede bir gün kasabanın en zengin ve en huysuz kadınını öldürür ve aylarca garajdaki dondurucuda saklar. Bernie kasabanın yaş ortalamasına bakınca genç sayılabilecek, yardımsever ve iyi niyetli bir adamdır. Cenaze evinde çalışır, ölenlerin yakınlarına her türlü desteği sağlar. Tiyatro oyunları yönetir ve oynar. Herkesin ufak işlerine yardım eder ama asla karşılık beklemez. Dar gelirli olmasına rağmen kendinden çok etrafındakilere para harcar. Tüm kasaba onu melek olarak nitelendirir ama ne var ki o bir gün bir cinayet işler. Richard Linklater filmi çekmeden önce Bernie Tiede ve kasaba sakinleriyle röportajlar yapmış. Üstüne, bunları filmi için oyunculara yeniden canlandırtmak gibi bir yöntem seçmiş. Böylece kurmaca filmini sahte belgesel niteliğinde röportajlarla zenginleştirmiş. Sonuç etkileyici. Bernie’nin Suçu Ne? hiçbir eksiği olmayan, çok başarılı bir film. Tek sorun, anlatılanların ilginizi çekmeme ihtimali.