Size “Gelmiş geçmiş en iyi korku filmi hangisidir?” diye sorulduğunda “Exorcist” diye yanıt vermiyorsanız ya Exorcist’i seyretmemişsinizdir, ya da bu film işinden hiç anlamıyorsunuzdur.
Exorcist sinemalarda gösterilmeden önce insanların bir korku filminin ne kadar korkunç olabileceği hakkında fikirleri yoktu. Vardıysa da, güdük fikirlerdi bunlar.
1973 yılında yılbaşından hemen sonra gösterime çıkan film öylesine büyük bir infial yarattı ki, insanlar kar kış demeden boyu yüzlerce metreye varan bilet kuyruklarında beklemeyi umursamadılar. Haftalarca kapalı gişe oynadı Exorcist. Tarihin en yüksek gişe yapan korku filmi oldu. Şöhreti kulaktan kulağa yayılıyordu. Sinemadan kaçanlar, çıkışta kusanlar bu şöhreti daha da palazlandırıyordu tabi.
William Peter Blatty’nin çok satan romanından William Friedkin tarafından sinemaya uyarlanan Exorcist, şeytan tarafından ele geçirilen küçük bir kızı kurtarmak için iki rahip tarafından yapılan “exorcism” ayinin konu alıyordu. Rahiplerden biri tecrübeli bir Şeytan Çıkaran (yani exorcist) olan Peder Merrin’dir. Merrin’i Max Von Sydow, şeytan tarafından ele geçirilen küçük kız Regan’ı ise Linda Blair canlandırmıştı.
Filmin korkunç olmasını sağlayan birçok faktör vardı. Her şeyden önce kötü adamı şeytan olan çok başarılı bir korku romanı vardı elde. Şeytan kavramı bilinçaltımızdaki tüm korkuların toplamına denk bir korku üretebilmekteydi. Fiziki olarak başedemeyeceğiniz, göremediğiniz, sinsi ve çok güçlü bir düşman. Kurban ise küçük bir kız çocuğu. En güvende olduğunu düşündüğü yerde, odasında saldırıya uğrayan savunmasız bir sabi.
Herkeste empatik etki yaratacak bu öyküyü beyazperde için yeniden kaleme alanın yine öykünün yaratıcısı Blatty olması filmin başarısındaki bir başka etkendi. Blatty bu çalışması için bir de Oscar kazandı zaten. Yönetmen William Friedkin’in de hakkını yemeyelim. Friedkin modern ve reel zamanlarda geçmesine rağmen gotik ve karanlık bir atmosfer yaratmayı başarmıştı. Güneş ışığının pek olmadığı, daha çok kapalı mekanlarda, ya da sisli ve loş ortamlarda ilerleyen filme uğursuz ve meşum bir aura inşa etmişti. Öyküyü bir gram zedelememişti film çekeceğim diye.
Filmin başında sevimli bir kız çocuğu olarak tanıdığımız Regan ise, zaman ilerledikçe filmin asıl “dehşet saçarı” olmuştu. Bugün bile eşine rastlanmayacak bir makyaj, Mercedes McCambridge’in Regan’ın ağzından konuştuğu şeytani ses, Regan’ın başını 360 derece çevirip gülmesi ve daha birçok ayrıntı izleyicilerde şok etkisi yaratmıştı. Kimilerini salondan kaçıran bu sahnelerle ilgili olarak pekçok eleştirmen “çok ileri gidildiğinde” hemfikir olmuştu.
Filmin harkulade müziğini de unutmamak gerekir tabi. Mike Oldfield imzalı Tubular Bells de filmle birlikte klasik mertebesine çıkmıştı. Exorcist de her sinema efsanesi gibi ardıl filmlerle devam ettirilmeye çalışıldı.
John Boorman’ın yönettiği ikinci Exorcist filmi The Heretic başlığı taşıyordu. Bir korku filminden çok psikolojik gerilimi andıran Heretic’de Linda Blair’in yetişkin hallerini izleriz. Film sanki yalnızca o küçük kızın şimdi ne yaptığını merak edenlere özel çekilmiş bir yapım havasındadır. Vasattır, insanın içi kaldırmaz. Filmin belki de tek sürprizi Richard Burton’du.
Üçüncü filmin yönetmen koltuğunda Exorcist romanının yazarı William Peter Blatty’yi görürüz. Film yine Blatty’nin yazdığı Lejyon adlı filmden uyarlanmıştı. Eleştirmenler burun kıvırsa da bu satırların yazarının gayet keyif aldığı bir filmdi Exorcist 3. Biraz dağınık olsa da, polisiye-gerilime yakın bir tarz tutturup ilk filmden ayrılsa da tek başına düşünüldüğünde ilginç ve seyredilesi bir yapım olarak bir kenara not edilmeli bu film.
Exorcist 3’te ilk filmdeki Regan vakasını araştıran dedektif (ama bu kez George C. Scott) vardır yine. Ardarda işlenen kanlı cinayetlerle ilgili araştırma yapan dedektif çok geçmeden bu olayların Regan davasıyla ilgili olduğunu keşfeder. Üstelik katil kendisini tanımakta, yakınına kadar sokulabilmekte ve en yakınlarını öldürmektedir.
Serinin dördüncü filmi Exorcist: The Beginning, adı üstünde, her şeyin nasıl başladığını anlatma derdindeydi. Peder Merrin’in gençliğinde şeytanla nasıl tanıştığına, nasıl olup ta bir Şeytan Çıkaran olduğuna şahit oluyoruz. Filmin sancılı bir özgeçmişi var. Filmi ilk filmin yönetmeni William Friedkin’in çekmesi düşünülüyordu. Merrin’in gençliğini ise Liam Neeson oynayacaktı. Usta yönetmen Friedkin çekimlere başladıktan kısa bir süre sonra ayrılınca, görev Paul Schrader’e verildi. Schrader’le birlikte kadroya Neeson’un yerine Stellan Skarsgard katıldı. Schrader filmini neredeyse tamamlamıştı ki, onun karanlık, felsefi ve dramatik filmini beğenmeyen yapımcılar Schrader’i sepetleyip, daha klasik, daha kanlı bir korku filmi yapması için Renny Harlin’i yönetmen koltuğuna oturttular. Yapımcılarını üzmemekle tanınan Harlin filmini tamamladı. Sonuç: ucuz mainstream klişelere kaçan son derece kifayetsiz bir korku filmi. Gişede de çakılan bu filmin ardından yapımcılar Paul Schrader’in versiyonunu da piyasaya sürdü: Dominion: Prequel to Exorcist.