Eski defterleri karıştırınca bu Altın Portakal izlenim yazısını buldum… Yıl 2005 ve festivali o zamanki “Antalya iktidarı” yapıyor. Yabancı konuklar arasında Woody Harrelson, Michael Madsen, John Irwin (Hamburger Tepesi’nin yönetmeni), David Carradine ve Kim Ki-Duk var. Cannes gibi bir ortam yani. Ancak bu ortamı yaratabilmek için harcanan rakamlar da dudak uçuklatan cinsten olduğu sonradan ortaya çıkıyor. O zamandan açılan borç hala kapatılabilmiş midir bilmiyorum. Ve yeni dönemde benimsenen “bedavaya getirme” stratejisinin nedeni o Lale Devri usülü festivaller midir… Onu da bilmiyorum.
42. Antalya Altın Portakal Film Festivali geride konuşulacak çok şey bıraktı. Bir hafta boyunca “sinema yazarı vazife bilinciyle” bolca film izledim. Ama bunun yanı sıra pek çok olaya şahit, pek çok dedikoduya da kulak misafiri oldum. İşin en güzel yanı ise ancak filmlerinden tanıdığım bir sürü ünlüyle sohbet imkanı buldum.
Ege Görgün (Landlord)
Başlık size biraz garip gelmiş olmalı. Ama festival boyunca beni en çok güldüren, değme karikatürlere taş çıkartacak sahneden çıkmış bir cümle bu. Festivalin tartışmalı jüri üyesi Michael Madsen yine Woody Harrelson’ın çok alkış aldığı bir geceyi apar topar terk ediyor. (Neden belki de açılış sunucusu Korhan Abay‘ın ismini unutması ya da geç söylemesi) Elif Dağdeviren’le birlikte arabalarına doğru ilerlerken acar magazincilerimiz de peşlerinde… İçlerinde en acar olanı Dağdeviren’in tüm itirazlarına rağmen pişkinlikle Madsen’ı kovalıyor , bir yandan da bağırıyor; “Michael, Where is the problem?” Ama belki Amerikalılar bizdeki ünlücükler gibi kameralar aracılığıyla sataşma sanatını bilmediklerinden, belki de “What is the problem?” demek dururken acayip bir cümle kalıbıyla İngilizce konuşmaya kalkan çok tecrübeli bu magazin muhabirin ne dediğini anlamadığından, Michael hiç oralı olmuyor. Tek kelime etmeden arabaya atlayıp gidiyorlar Dağdeviren’le. Magazinci arkadaşımız içinden söyleniyor belki de arabanın arkasından bakarken; “Michael , ‘Where is the problem’ dedik duymadın mı ya..?”
Michael Madsen’dan jüri olursa…
Michael Madsen için tartışmalı jüri üyesi dedik, neden? Başarılı bir organizasyon gerçekleştiren TÜRSAK’ın en akıl almaz kararı Avrasya Film Festivali için Madsen’ı jüri olarak festivale çağırmaktı bizce. Biz derken, benim gibi düşündüğünü bildiğim sayısı hiç de az olmayan sinema yazarı arkadaşlarımı kastediyorum. Madsen belki ünlüydü tamam ama kariyeri ve karakteri böylesi bir festivalde jüri olmaya uygun değildi. Tarantino olmazsa hayatı boyunca B-tipi filmlerde oynayacak bir oyuncudan bahsediyoruz. Ve genellikle pek ayık dolaşmayan bir adamdan… Kuvvetle muhtemeldir ki, sinemanın daha çok sanat olarak görüldüğü kesimler tarafından TÜRSAK’ın bu tercihi epey bir ti’ye alınacaktır gelecekti. Bu düşüncemden emin olabilmek için festivalin Amerikalı bir konuğuna açtım konuyu, kendisi ABD’de kendi festivalini düzenleyen bir sinema sevdalısıydı. Şöyle sordum: “Michael Madsen’i jüri yapmamız bizi komik duruma düşürür mü?” Verdiği cevap kafamdaki bütün “acabaları” silip götürdü. “Güzel soru, hangi filmleri yapmış Madsen?” İşte o zaman anladım ki kendi vatandaşı bile tanımıyordu Madsen’ı.
Michael Madsen Antalya’da ilk insan içine çıktığı gece Woody Harrelson’la takıştı. Nedenin kimse anlayamadı, olay benin önümde cereyan etmesine rağmen ben de pek anlamadım açıkçası. Harrelson, söylediği bir şey üzerine Madsen’ı uyardı. Madsen da böyle bir şey demediğini, Harrelson’un yanlış duyduğunu iddia etti. Harrelson üsteleyince, Madsen “Git işine,” gibilerden çemkirdi Harrelson’a. Ciddi bir şey değildi ama, festivale damgasını vurdu bu olay. Bu olayın ardından Madsen, Harrelson her sahneye çıkıp alkış aldığında salonu terk etti, gitmesi gereken bir basın toplantısına katılmadı ve hiç film izlemediği festivali, ödüllerin kime gideceğini öğrenmeden terk etti. Üstüne üstlük nasıl becerdiyse, giderayak TÜRSAK’a 2.5 milyarlık içki faturası sıkıştırdı.
Woody Harrelson’la sohbet…
Tartışmanın hemen ertesinde Woody Harrelson’un yanında bittim. Açıkçası tartıştılar mı, şakalaştılar mı hala emin değildim, onunla konuşana kadar… Kendimi tanıttım ve ona Türkiye’de olmaktan mutlu olup olmadığın sordum. “Mutluyum,” dedi ama suratı asık ve mesafeliydi. “Pek mutlu görünmüyor sunuz ama,” dedim ben de. O da biraz önceki olayı kastederek, “Bir şeyler oldu bu yüzden bir süre mutlu olamayacağım sanırım,” diye yanıt verdi. Daha sonra bir kez daha konuşma fırsatını bulduğumda ona en sevdiği filminin hangisi olduğunu sordum. “Sen en çok hangisini seviyorsun, “ dedi bana. “Hi-Lo Country,” dedim, o filmde başrolde değildi ama yine de çok iyiydi çünkü. Biraz şaşırdı sanki bu yanıt üzerine, belki de çok ünlü olmayan o filmin bir Türk tarafından bilinmesi şaşırtmıştı onu. Kendisi başrol oynadığı ve Hustler’ın kurucusunu canlandırdığı filmi söyledi en sevdiği film olarak; “People versus Larry Flint.”
Harrelson bizle sohbet etmediği zamanlarda yeşillik ve enginar yemekle meşguldü. Bu meraklı, maceracı adam başörtülü bir gazeteci arkadaşımızla İslam üzerine sohbet etmekten de geri durmadı. Sonrasında arkadaşımız bu konuyu daha iyi öğrenebilmesi için bir kitap bile hediye etti. Woddy Harrelson ile ilgil en çok sorulan soru şuydu biz sinema yazarları arasında; her etkinliğe katılan, iyi bir sinema kariyeri olan, merak edip festival filmlerini izleyen (Kim Ki-Duk’un Yay’ını birlikte izledik) Woody Harrelson niye jüri üyesi olarak çağrılmamıştı da, konuk olarak çağrılmıştı festivale? Bu işe Kovboy kılıklı Madsen’dan daha uygun olduğu su götürmezdi.
Altın Portakal Jürisi, Filmleri ve Ödülleri…
Altın Portakal jürisi açıklandığında “rüya takım” gibi bir jüri kurulduğunu düşünmüştüm. Yeni jenerasyon sinemacılarımızın en önde gelenleri bir araya getirilmişti ve bu ekibe Yeşilçam’ı temsilen Hülya Koçyiğit monte edilmişti. Böyle bir ekibin birincilik ödülünü Reha Erdem’in Korkuyorum Anne adlı filmine vereceğine adım gibi emindim. Diğer filmlerden açık ara daha iyi olan bu filmin kalitesini onlar görmeyecekti de, kim görecekti. Ama jüri büyük bir sürpriz yaptı. Genç yönetmen Ulaş İnanç’ın Türev’ini birinciliğe değer buldu. Benim şahsen fazla bir sinemasal tat bulamadığım bu filmi hangi kriterlere göre seçmişti jüri anlamadım. Bu film bu kadar iyi ise daha önce niye kimsenin dikkatini çekmemişti, anlamadım. Reha Erdem’in, Korkuyorum Anne’nin çok başarılı oyuncu kadrosunun günahı neydi, anlamadım. Jürinin hesabı neydi, hiç anlamadım. Behlül Dal Özel Ödülü ve En İyi Senaryo Ödülü ile yetinmek zorunda kaldılar sonuçta. Aynı şekilde O Şimdi Mahkum’un gözden kaçtığını, ya da görmezden gelindiğini düşünüyorum bu festivalde.
En İyi Yönetmen ödülünü İki Genç Kız filminin yönetmeninin alması üstüne pek söylenecek bir şey yok. Bu filmle olmasa da, bu ödülü hak eden bir yönetmen gerçekten Kutluğ Ataman. Gönül Yarası’ndaki içten oyunuyla En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Şener Şen, aynı filmle yardımcı erkek oyuncu ödülü alan Timuçin Esen için de keza öyle. Ama Şener Şen’in bu ödülü Ali Düşenkalkar ile paylaşması bizi daha mutlu ederdi. En İyi Kadın Oyuncu ödülünü paylaşan (Beste Bereket / Türev ve Vildan Atasever / İki Genç Kız) iki isim için de acele edildiğini düşünüyorum. Marjinal davranmak adına jüri yolun henüz başındaki iki oyuncuya biraz iltimas geçti gibi geliyor bana. Burada da olan Nurgül Yeşilçay’a oldu tabi. O Şimdi Mahkum’daki oyunculuğuyla En İyi Yardımcı Kadın ödülünü alan Fadik Atasoy’un performansı zaten bu ödülü aklar nitelikteydi. Yine bu ödül için en güçlü adaylar Korkuyorum Anne’nin kadın oyuncularıydı; Adana Altın Koza’da bu ödülü alan Işıl Yücesoy ve Şenay Gürler.
Bu yılki Altın Portakal ödüllerinin tasarımını Urart üstlenmişti. Ama onların tasarımını pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim açıkçası. Onur Ödülü alan David Carradine’ın aldığı ödüle öyle bir bakışı vardı ki… O da garipsemişti belli ki fallik çağrışımlar akla getiren bu ödülü… (Sonradan not. David Carradine ile de ayaküstü sohbet imkanı bulmuştum. Üzerimdeki Bruce Lee tişörtünü gösterince şaşırmıştı biraz. Oldukça çekingen mizaca sahip Kim Ki-Duk’u da kolundan tutup sinema yazarı arkadaşlarla tanıştırmıştım. Ama pek İngilizce bilmediğinden mimikler ve tebessümlerle anlaşabilmiştik yalnızca.