Es war einmal in Deutschland… (Bye Bye Germany) Hollywood sinemasının etkisine kapılmış genç jenerasyonu sinema salonlarına çekerken, aynı zamanda da Hollywood yapımı filmlerin yalnızca Los Angeles’tan, Amerika’daki stüdyolardan çıkmayacağını da hatırlatıyor bizlere.
İzleyici savaş sonrasında Berlin sokaklarında buluyor kendini. Berlin’de Yahudiler için oluşturulmuş küçük mahallelerden birinde yaşayan David (Moritz Bleibtreu) ile tanışıyor ardından. Ağzı iyi laf yapan bu karizmatik adam da diğer her Yahudi gibi Amerika’ya gitmenin hayalini kuruyor. Ancak ilk gemiye atlayıp yabancı topraklarda yokluk çekmek istemeyen David Amerika’da yeni bir hayata başlamak için bir plan yapıyor. Her Yahudi gibi ekmeğini ticaretten çıkarmakta kararlı olan David’in önündeki tek engel ise hemen her Yahudi’ye verilen lisansın kendine verilmemiş olmaması. Holzmann (Mark Ivanir) üzerine kurduğu şirketle bu sorunu da atlatmayı başaran David’in başındaki asıl bela ise kendisine lisansın verilmemesiyle ilintili.
Yönetmenliğini Sam Garbarski’nin üstlendiği film başından sonuna kadar bir Hollywood filmlerinden aşina bir hava hissettiriyor izleyiciye. Yapımcılığını Warner Bros Stüdyoları’nın üstlendiği Es war einmal in Deutschland… klasiklere yaptığı göndermelerin yanı sıra son yıllardaki Hollywood mizahından da izler taşıyor. Genel itibariyle Yahudilerin Almanya, Amerika ve kendileriyle ilgili esprilerinden gücünü alan komedi türündeki filmin Amerikalı izleyicinin/basının yanı sıra Alman izleyici/basın tarafından oldukça beğenildiğini ise söylemek gerekli. Bu da Gabarski’nin amacına zorlanmadan ulaştığının açık ve seçik göstergesi.
Es war einmal in Deutschland… yılın en iyi filmlerinden biri değil elbette. Berlin Film Festivali’nde ödül için yarıştığını söylemek de zor. Ancak Alman sinemasına bir yol haritası çizme konusunda önem taşıyan filmin gerek Almanya, gerek Avrupa ve gerekse Amerika gişesinde beklediği hedeflere ulaşacağı aşikar. Kimi esprilerin İngilizceye bile çevrilemediğini düşünürsek, Alman diline hakim olmadan bu filmden tam verimlilik alınmayacağını söylemek yanlış olmasa gerek. Bu da demek oluyor ki Es war einmal in Deutschland –ki birebir çevrildiğinde Once upon a time in Germany oluyor– ile Gabarski, Cem Yılmaz’ın Türkiye’de yaratmış olduğu etkinin bir benzerini, daha Amerikanvari bir dille kendi ülkesi ve kültüründe yaratmayı başarıyor.