Korku filmi izlemekten büyük keyif alan bir sinema meraklısı olarak, son yıllarda bu türün yerli örneklerini ortaya koyma çabalarını, ızdırap içinde takip ediyorum. Ümit Ünal’ın “Ses” isimli bir korku-gerilim çektiğini ilk kez duyduğumda oldukça umutlanmıştım. Çünkü çok beğendiğim “Gölgesizler” filmi, kendisinin bir korku filmi için gerekli atmosferi yaratabileceği konusunda ikna etmişti beni. Nitekim, Ümit Ünal bu umutlarımı boşa çıkartmamış ve bugüne kadar çekilen en iyi yerli korku-gerilim filmine imza atmış.
Turgay Özçelik
Filmin ana karakteri olan Derya(Selma Ergeç), “Başka Dilde Aşk” filmindeki Zeynep gibi, bir çağrı merkezinde çalışmaktadır. Fakat Zeynep’in yaptığı gibi huzuru ve mutluluğu sağır ve dilsiz bir sevgilide bulamaz ne yazık ki. Tam tersi, tüm gün telefonda insanların dertlerini, sıkıntılarını dinlediği yetmezmiş gibi, bir de gaipten sesler duymaya başlar. Bu seslerin varlığını kısa bir yadırgama sürecinden sonra kabul eden Derya, sesten kurtulabilmek adına, onun söylediklerini yerine getirmeye başlar. Sesin bu yönlendirmeleri, Derya’yı, patronu Onur(Mehmet Günsür)’u takip etmeye zorlar. Sesin söylediklerini yerine getirip, Onur’u takip ettikçe, işler daha da çığırından çıkar. Ve sesin Derya’ya yaşatmış olduğu cehennem daha da alevlenir. Filmin senaryosu gereği, hikayeyi burada noktalamak zorundayım. Oysa asıl üzerine konuşulması gereken yerler filmin geri kalan bölümlerinde yer alıyor bana kalırsa.
Belirli bir sinema doygunluğundan sonra, korku türünden ziyade, gerilim türünün daha çok zevk verdiğini siz de kabul edersiniz. Bu yüzden, “Ses” filminin, işin daha çok bu yönüne ağırlık vermiş olması, başarılı olmasının önünü açmış bence. Çünkü, başka denemelerden biliyoruz ki, korku türü için, en başta filmde kullanılan korku nesnesini inandırıcı kılmak gerekli. Bunu yapabilmek için de, gereken atmosferin gerek görsel olarak yakalanması gerekiyor. Korku da, bir de işin içine efektler giriyor ki, bu noktada hem maliyet yükseliyor, hem de Amerikan yapımı filmlerde alasını gördüğümüz için, yerli yapımlardaki efektler izleyiciye yeterli gelmiyor, ve dolayısıyla korkutmuyor.
Gerilim türü ise, bana kalırsa hem sosyolojik olarak, bizim toplumumuza daha uygun, hem de çok fazla teknik altyapı olmadan da, sinemasal dili doğru kullanarak, başarı yakalanabileceği için de gerçekleştirmek daha kolay. Ümit Ünal’ın “Ses”deki en büyük başarısı, filmi etkili kılan genel atmosferi çok doğru bir şekilde yakalamış olması. Öyle ki, bu atmosfere oyuncular da uyum gösterdiği için, sırıtmayan, eli yüzü düzgün, tüyler ürpertici bir gerilim filmi çıkmış ortaya. Üstelik “Ses”e, sadece bir gerilim filmi demek de haksızlık olur, çünkü filmin dramatik yönü de çok sağlam.
“Ses”in en büyük sorunu senaryosu, daha doğrusu hikayenin temellendirilmesindeki ayrıntıların oturmamış olması. Bazı sahneler var ki, türün klişe hikaye gelişimini aynen takip ediyor gereksiz yere, ve istemeden filmin genel atmosferine zarar veriyor. Mesela Derya’nın Google’a “Gaipten gelen sesler” yazıp aratması ve akabinde, filmin konu hakkında deneyimlisi rolünü canlandıran radyo programcısı ile görüşmesi, belki hikayenin gelişimi için gerekli ama özenli yapılmadığı için de gereksiz. Yoksa, filmdeki karakterler oldukça iyi çizilmiş, ve oyuncuların performanslarıyla da başarılı bir biçimde beyazperdeye aktarılmış. Selma Ergeç’in canlandırdığı Derya, uzun zamandır Türk Sineması’nda izlediğim en etkileyici karakterlerden biri. Mehmet Günsür için aynı şeyi söylemek zor, her ne kadar kalburüstü bir performans yakalasa da, daha da iyisi olabilirmiş dedirtiyor izleyene.