2000’li yılların sonunda artık sektörel olarak ayağa kalkmaya başlayan sinemamızda yeni bir tür denenmeye başladı. Issız Adam‘ın yarattığı sükseyi gören sinemacılarımız, ‘mutsuz son’ formülünü yeniden, bu sefer içine gözyaşı katmak suretiyle ele alarak İncir Reçeli ve Aşk Tesadüfleri Sever gibi filmler üretmeye başladılar. Daha sonra bildiğiniz üzere bu iki romansın da devamı vizyona girmekte gecikmedi. Bu hafta sinemalarımıza konuk olan, Mustafa Uğur Yağcıoğlu’nun yazıp yönettiği Dünyanın En Güzel Kokusu‘nu da bu filmlerin ardılı olarak nitelememiz mümkün sanıyorum.
Film uzun yıllardır arkadaş olan Derya (Tuba Ünsal) ile Hakan’ın (Rıza Kocaoğlu) hikayesini anlatıyor; yalnızca çocuk sahibi olma amacıyla aileler nezdinde, kağıt üzerinde evlenmeye karar veren ikili için bu evlilik, aslında uzun zamandır için için yanan bir aşkın açığa çıkmasına vesile oluyor. Fakat Yeşilçam sağolsun biz çok iyi biliriz ki; aşk büyükse, acı da büyüktür! Acaba Derya ile Hakan birlikte mutlu bir ömür sürecekler midir, hep birlikte göreceğiz.
Dünyanın En Güzel Kokusu‘nun ilk yarısı ile ikinci yarısı neredeyse gece ve gündüz kadar farklı. İlk yarısında gayet iyi örülmüş senaryosu, ayağı yere basan karakterleri ve ince düşünülmüş biçimiyle rahat akan bir film var karşımızda. Öyle ki, bazı anlarda bana Richard Linklater ve Julie Delpy’nin o hafif romanslarını anımsattı bana Dünyanın En Güzel Kokusu. Rıza Kocaoğlu ile Tuba Ünsal’un oluşturduğu kimya da Ethan Hawke ve Julie Delpy ikilisinden izler taşıyordu bana kalırsa.
Dünyanın En Güzel Kokusu sinemamızın en iyi romanslarından biri olabilirdi… Fakat yurtdışı çekimlerinde biçimin zedelemesiyle başlayan irtifa kaybının Yeşilçamvari melodrama yaslanıveren metinle birlikte filmi başka bir noktaya taşıdığını ifade edebiliriz. Mustafa Uğur Yağcıoğlu pekâlâ bu filmi bir Before Sunset/Sunrise/Midnight kalibresinde yapıma çevirebilirdi. Yönetmen ve senarist olarak gelecek vaat ettiği çok açık. Burada açıkçası şu soruyu sormak gerekir; Dünyanın En Güzel Kokusu niçin böyle bir minvalde tamamlandı?
Galiba cevap bizim sinemamızın henüz tam olarak stüdyo sistemine bile geçememiş olmasında gizli. Anaakım iş yapan yapımcıların çoğu sinemada yarını göremediklerinden olsa gerek maksimum gişeyi baz almaya devam ediyorlar. Hiçbirinin aklında gişede ortalama bir başarı gösteren bununla beraber tastamam nitelikli olan bir film yapma fikri henüz yok. Dünyanın En Güzel Kokusu işte bu grotesk sektörün bir mamulü, ya da bir anlamda kurbanı olmuş sonuçta. Ne diyelim, umarım sinemamız gelişimi bir an önce tamamlar da, Mustafa Uğur Yağcıoğlu gibi başarılı yönetmenler de gelecekte hayallerindeki filmleri çekerler.