Bir adı da İstanbul Belgesel Günleri olan DOCUMENTARIST, bir grup bağımsız belgeselcinin inisiyatifiyle gerçekleştirilen bir etkinlik olarak; 31 Mayıs – 5 Haziran 2011 tarihleri arasında, belgesele de ilgi duyan sinemaseverlerle dördüncü kez buluşuyor..
Dünya festivallerinden seçilmiş 80’den fazla filme yer veren DOCUMENTARIST‘in bu yılki programı şu bölümlere ayrılmış: Tükettiğimiz Dünya, İnsan Manzaraları: Portreler, Uluslararası Panorama, Post-Komünizm Dönemi, Mercek Altında: Romanya, Arap Dünyasından, Antropoloji ile Belgesel, Müzik Belgeselleri, Helena Třeštíková Toplu Gösterimi, Türkiye Belgeselleri SİYAD Seçkisi ve Türkiye Panorama..
Ayrıca, sinema dersleri ve atölye çalışmalarının yanı sıra, Sokakta Sinema gibi yan etkinliklerin de yapılacağı DOCUMENTARIST, dünyanın dört bir köşesinden gelecek yönetmen, yapımcı ve de eğitmen gibi onlarca yabancı konuğu da ağırlayacak..
DOCUMENTARIST ve Ben
“İyi bir belgesel filmin tadına doyum olmaz ki o ayrı.. Lâkin, bir belgesel -kötü de olsa- dünyayı ve insanları tanıtıcı, her şey üzerine bilgilendirici özelliğiyle, işlevini iyi veya kötü yerine getirmiş olur.. Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki izlerken belki sıkıldığım olmuştur, ama bir belgesel seyrettim deyu, asla pişman olmamışımdır.”
Bu eski tespitimi yineledikten sonra asıl konumuza gelecek olursam: Bu yıl dördüncü kez müşerref olduğumuz DOCUMENTARIST‘i başından beri takip etmeye çalıştığımı -kendi adıma- söyleyebilirim..
Ancak, her yıl sadece bir kaç film izleyerek, bu tâkibi lâyıkıyla yerine getiremediğimi –dolayısıyla- bu faydalı olduğu kadar da şahane etkinliğin hakkını bugüne kadar veremediğimi itiraf etmeliyim..
Elbette benim de bu hususta bahanelerim yok değil..
Ne kadar hak vereceksiniz bilmiyorum ama her hafta vizyona giren sürüyle -evet sürüyle!- filmi takip etmekle ve haklarında yazı yazmakla yükümlü biz sinema yazarları -çoğu beş para etmez- bu filmlerden kafasını kaldırıp da belgesellerle -yeterince- ilgilenemiyor ki.. Bu arada, kısa filmlerin de aynı kaderi paylaştığını belirtmeme bilmem gerek var mı..
Yine de, ‘İnsan isterse, sevdiği ve yapmak istediği şeylere daha fazla vakit ayırabilir’, beynelmilel gazıyla şevke gelmek suretiyle, sizlerin önünde söz veriyorum ki yine heybesi dopdolu gelen DOCUMENTARIST efendi, bu defa elimden kolayca kurtulamayacak..
Ne diyelim? Kısmet!
Son olarak, izlemeyi düşündüğüm filmleri tek tek sıralamayı değil de, festivalin özellikle dikkatimi çeken bölümlerine değinmek istiyorum..
Doğrusu, birbirinden cazip bu bölümler arasında bir ayrım yapmak oldukça zor.. Fakat, aralarında bizden yönetmenlerin filmlerinin de yer aldığı Tükettiğimiz Dünya bölümü, ilk dikkatimi çeken oldu.. Post-Komünizm Dönemi, Müzik Belgeselleri ve Türkiye Panorama da, yoğunlaşmam gerektiğini hissettiğim diğer bölümler..
Bu arada, filmlere göz gezdirirken ikisi özellikle dikkatimi çekti.. Daha önce izlediğim bu filmlerden Andreas Koefoed imzalı Danimarka yapımı Albert’in Kışı (Albert’s Winter, 2010)’nı tavsiye ediyor; Musa Ak‘ın, Mada adlı filmini ise mutlaka izlemelisiniz diyorum..
Yönetmen Ak, dünyanın cennetinde -resmen- cehennemi yaşayan, yine de doğup büyüdüğü, çocuklarını büyüttüğü bu toprakları terk etmeyi aklının ucundan bile geçirmeyen insanların iç acıtan öyküsünü, oldukça mükemmel bir şekilde perdeye yansıtmış..
Bu Belgesel Bayramı’na seyirci kalmayalım bence.. Mümkün mertebe izleyelim!