II. Dünya Savaşı’nın unutulan kurbanlarından Romanların hayatına ucundan kıyısından değiniyor Etienne Comar Django filmiyle. Alexis Salatko’nun romanından uyarladığı hikayede Roman müzisyen, besteci, gitarist Django Reinhardt’ın hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.
1943 yılına kadar Django, ailesiyle birlikte Nazi işgali altındaki Paris’te yaşıyor. Müziğin, müzik ekonomisinin kendisine sağladığı ayrıcalıklar sayesinde bir Belçika kökenli bir Roman olmasına karşın bir eli yağda, bir eli balda mutlu mesut hayatına devam ediyor. Ancak onun müziğinde ve onun Fransızlar üzerindeki etkisinden memnun olan Almanlar, kendisinin bir Almanya turnesine çıkmasını istiyorlar. Ancak bu turne fikrine pek de sıcak bakmayan Django, sevgilisinin de yardımıyla annesi ve hamile eşiyle İsviçre sınırına kaçıyor. İsviçre’ye kaçma umuduyla yokluğu kabullenen Django ne var ki bu vaatlerin pek de kolay gerçekleşmeyeceği gerçeğiyle yüz yüze geliyor. Direnişçiler yardım talebiyle geldiğinde ise ailesi ve dostlarının korunması garantisiyle yardım isteğini kabul ediyor.
Django Reinhardt’ı Zero Dark Thirty,Loin des hommes, Un prophète gibi filmlerden hatırlanan Reda Kateb’in canlandırdığı Django’da Django’nun yasak aşkı Louise de Klerk rolünde ise Cécile De France yer alıyor. İzleyiciye Django’nun müzik dolu hayatından küçük bir kesit sunan film, bir anlamda da II. Dünya Savaşı’nın unutulan kurbanları Romanlara dikkat çekiyor. Ancak ilk yönetmenlik deneyiminde Etienne Comar bir biyografi mi yoksa bir dönem filmi mi yaratmak istediği konusunda yaşadığı kararsızlığı izleyiciye hissettirmekten kaçınamıyor. Zira müzikle, müziğin II. Dünya Savaşı’ndaki yeriyle başlayan hikaye daha sonrasında Django’nun hayatta kalma mücadelesine dönüşüyor ve bu dönüşüm sırasında da müzik ikinci plana itiliyor.
Güzel müziklerine Django’da Reda Kateb, gitarla olan ilişkisi dışında izleyiciyle derinlemesine bir bağ yakalayamıyor. II. Dünya Savaşı’nın ve Django’nun başından geçen hikayesinin gölgesinde kalan Kateb gibi Cécile De France de karakterini beyazperdeye taşımakta zorlanıyor. Django’nun caz müziğine nasıl başladığını ya da başından nasıl bir olay geçtiğini (parmaklarını açamaması) anlatmayarak izleyicinin Django’yu tanıdığını varsayan film böylece kendine bir hedef kitle seçmiş bulunuyor. Hitler’in müziğe (ve içkiye) duruşunu yakalamayı başarsa da yeterince vurgulamıyor. Uzun lafın kısası Django izlediğimiz yüzlerce II. Dünya Savaşı filmleri arasında orta sıralardaki yerini alıyor.