Alman asıllı Amerikalı yazar Henry Miller’ın Oğlak Dönencesi adlı romanı bu büyük şöhretini on yıllarca bir türlü kurtulamadığı sansür boyunduruğuna borçlu biraz da. Oğlak Dönencesi, ilk defa1938 yılında Paris’te yayımlanmış. Avrupada büyük ses getiren bu modern klasik, yazarın ülkesi Amerika’da sansürün gazabına uğramış ve 23 sene boyunca basılamamış. Ancak 1961’te gözünü karartan Grove Yayınları, Oğlak Dönencesi’ni sansüre rağmen romanı basma cüretini gösterebilmiş. Zaten 3 yıl sonra, 1964 yılında Amerikan Yüksek Mahkemesi romanın üzerindeki sansürün kaldırılmasına karar vermiş.
Ülkemizde ilk kez 1985’te Can Yayınları tarafından yayımlanan “Oğlak Dönencesi”nin akıbeti de pek farklı olmaz. Zamanın sansür birimi “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu”, kitabın toplatılmasına ve yayıncı Erdal Öz’le çevirmen Aylin Sağtür’ün cezalandırılmasına karar verir. Bundan ardından, birkaç kez sansürlü şekilde edisyonu yapılır Oğlak Dönencesi‘nin; öyle ki, bu keşmekeş 2012 yılında Emin Karaca imzalı Vaay Kitabın Başına Gelenler adlı bir kitapta detaylı olarak aktarılacak boyuta ulaşır. Belki de Oğlak Dönencesi‘nin tüm dünyada başına gelenler hacimli bir kitapta toplanır günün birinde, kim bilir…
Nihayet 1991 yılında Can Yayınları (gene) başına mahkeme kararını ekleyerek, sakıncalı bulunan satırların üzeri bantlı olarak yayımladığında (kısmen de olsa) özgürlüğüne kavuşur eser. O zaman okurların, bantla kaplı bölümleri, kitabın başındaki karardan okuyarak sansüre takılmadan tamamlayabildiği işte bu “sakıncalı” eser, geçtiğimiz sene Yengeç Dönencesi‘ni de Türkçeye kazandıran Siren Yayınları’nca, Avi Pardo çevirisiyle okuların beğenisine sunuldu.
Henry Miller, büyük kurmacalarla pek işi olmayan bir yazar; şöyle ki, evet bir kurmaca etrafında anlatıyor hikayesini, lakin burada önemli olan kurmacadan çok, yazarın kendi yaşamından kesitler… Yazdıklarının çoğu otobiyografik özellikler gösteriyor Miller’ın; tıpkı Fante, Bukowski ya da Miller’ı Tanrı kabul edebilecek kadar seven, ardılı Beat Kuşağı yazarlarında olduğu gibi… Yengeç Dönencesi’nde Paris’teki yaşamını anlatan Miller, Oğlak Dönencesi’ndeyse, 1920’lerde, yani büyük bunalımın eşiğinde New York’ta bir telgraf şirketinde çalışmaya başlayan Henry V. Miller’ın hikayesine davet ediyor bizi.
Henry Miller, Yengeç Dönencesi’ni yazdığı dönemde Paris’te…
V. Miller, ‘eğer bir Tanrı varsa, soğukkanlılıkla karşısına dikilip yüzüne tükürecek kadar’ öfke duyuyor ona. Sadece Tanrı’ya değli, her şeye karşı inanılmaz öfkeli; çıkar üzerine kurulu gündelik ilişkilere, iş yaşamına, karısına, arkadaşlarına… Arkadaşının kocası ölen kızkardeşini yatağa atmak için çevirmediği dolap kalmıyor, üzgün kadınların aklını çelmek, bunun ahlaksız yanı özellikle hoşuna gidiyor! Evdeki son parayı içkiye yatırıyor, işe girmek üzere başvurmuş kadınlarla her türlü ilişkiye girmekte sakınca görmüyor.
Oğlak Dönencesi, Amerikan Rüyası’nın deşifresi bir bakıma; Miller, konformizmin karşısına düşmüşlüğü, sisteme köleliğin karşısına beşparasızlığı ve aylaklığı, burjuva ahlakının karşısına bir imgeyi, kirlenmemişlikle özdeşleştirdiği dansçı Mara’yı yerleştirerek bütün çıplaklığıyla bu rüyanın diğer yüzünü gözler önüne sermiş. Üstünde yaşadığımız çürümüş mavi yuvarlağın bütün gediklerine bir kımıl zararlısı gibi dalarak resmen tarumar etmiş onu.
Burroughs, Ginsberg, Kerouac (Beat Kuşağı yazarları)
Henry Miller’ın anlatım tekniği de eserdeki ‘öz’e uygun; post-modern bir biçimle, doğrusal olmayan şekilde, çağrışımlarla daldan dala atlayarak anlatıyor hikayesini. Öyle spontane bir şekilde ilerliyor ki, sayfalar boyunca ana izleğe dönmediği oluyor; sözgelimi, dönüp dolaşıp geçmişte belleğinde yer etmiş, arkadaşının annesinin çavdar ekmeğini anlatıyor, sıtmaya tutulmuşçasına. Bu teknik, Yolda’yı Chelsea Hotel’de durmaksızın üç günde yazan Jack Kerouac‘ı akla getirmiyor değil hani; başına oturulup bir çırpıda yazılmış gibi bir hissiyat oluşturuyor okuyucuda Oğlak Dönencesi. Kerouac’ın da Miller’dan etkilendiğini göz önünde bulunduracak olursak, bu çıkarım pek de yanlış sayılmaz sanıyorum.
Jack Kerouac’ın Yolda romanı 2012’de beyazperdeye de aktarılmıştı.
Yukarıda V. Miller’ın (ve dolayısıyla Henry Miller’ın) oldukça öfkeli biri olduğunu belirtmiştik. E, yazar öfkeli olunca ağzı da biraz bozuk oluyor haliyle. Oğlak Dönencesi de biraz müstehcen satırlar barındıran bir eser; ama bu müstehcenlik, esere içkin, yani alealede olarak yer almıyor eserde, o kendiliğindenlik içinde açığa çıkıp üsluba dahil oluyor. Üstelik bu argo dil –Türkçe’de ayrıca Avi Pardo’nun nevi şahsına münhasır çevirisi sayesinde- o kadar eğlenceli kılıyor ki Oğlak Dönencesi’ni, okurken yer yer gerçekten kahkahalar atıyorsunuz.
Oğlak Dönencesi, tam bir demir leblebi; bununla birlikte bir kez nüfuz edildiğinde okuyucunun algısında yepyeni kapılar açan bir başyapıt! Amerika ve Türkiye’de 25 yıl yasaklı kalan – Özal, küçük Amerika olacağız derken ne kadar haklıymış meğer- Oğlak Dönencesi’ni eksiksiz biçimde Türkçeye kazandıran Siren Yayınları ve Avi Pardo’yu canı gönülden kutluyor, yeni Miller’ları dört gözle bekliyoruz.
***