Işıklar kapanır, tüm sesler kesilir ve salonun perdeye yansıyan ilk ışık huzmesiyle başlar film. Ağır, duygu yoğunluğu fazla olan bir müzik gelmeye başlar salondaki hoparlörlerden ve bir çocuğun görüntüsü yansır beyazperdeye. Karanlık bir atmosfer vardır sahnede, perdenin kenarları hafif bir sisle kaplanmıştır. Çocuğun yalnız olduğunu görür izleyici ve başına travmatik bir olayın geleceğini sezer önceden. Diyalog olsun ya da olmasın ya annesinin, ya babasının ya da ona bakan her kim varsa o kişinin başına telafi edilemez bir kaza gelir. Kimi zaman bir trafikle, kimi zaman hastalık kimi zamansa bir silahtan çıkan kurşunla ilişkilendirilir bu kaza. Ve bu birkaç dakikanın sonunda yetim kalan çocuğun büyümüş hali durur karşımızda. Zorlu çocukluğu onu güçlendirmiş ve hayatın sert rüzgârları karşısında yenilmez kılmıştır.
Gilles Paris’in kitabından uyarlanan “Ma vie de Courgette” (Kabakçığın Hayatı) de sinemada ve edebiyatta sıkça kullanılan bu çocukluk hikayelerini anlatıyor işte. Trajik ve dramatik olaylar yaşamış çocukların gündelik hayatını aktarıyor perdeye.
Asıl adı Icare olan minik Courgette’le, yani Kabakçık’la tanışıyoruz animasyonun ilk sahnesinde. Bu koca kafalı, mavi saçlı, göz altları torbalı sevimli dostumuzun alkolik annesi ile olan ilişkisinin gerçek yüzüyle karşılaşıyoruz hemen. İyi niyetli, çocuksu ve masum kahramanımızın annesini öldürmesiyle ise küçük bir sessizlik yaşıyoruz salonda. Çıt bile çıkarmadan bir sonraki sahnede neler olacağını, hikayenin nasıl şekilleneceğini kuruyoruz kafamızda. Derken karakolda, bir polis memurunun karşısında buluyoruz Kabakçık’ı. Sonrasında da beş çocuğun daha olduğu bir yetimhaneye gelişini izliyoruz. Masum çocuklar arasında bir “katilin” kendini nasıl soyutladığını, onların masum hayatını kirletmekten nasıl kaçındığını gördükçe daha da üzülüyoruz. Fakat sonrasında yetimhanedeki diğer hayatların da başkaları tarafından kirletildiği gerçeğiyle soğuk bir duş alıyoruz. Şiddet, nefret ve hatta tecavüz dolu hayatlarına rağmen nasıl gülüp eğlendiklerini, yetimhanenin çitleri ardında nasıl güvenle yaşadıklarını görüyor ve onlar için seviniyoruz. Evet, bu çocukların yaşadıkları geçmişten kendilerini nasıl uzaklaştırdıklarını, nasıl yeni ve temiz birer sayfa açtıklarını, nasıl birlik olup birbirlerini koruduklarını görüyor ve onların bu mücadelesini ayakta alkışlıyoruz. Kabakçık ve yetimhaneye sonradan gelen Camille üzerinden umut, mutluluk ve sevgi dolu bir hikayeyi anlatıyor bizlere “Ma vie de Courgette”. Bildiğimizi sandığımız hayatların gerçek dünyasını çıkarıyor karşımıza. Kimsenin sevmedikleriyle dolu o evde birbirini seven çocuklarla, yaşadıklarına rağmen çocuk kalmayı başaranlarla tanıştırıyor bizleri. Yaşını başını almış güçlü kimselerin bile başaramadığını başaran o çocukların dünyası karşısında utanmaktan başka bir şey hissedemiyor insan. O acıdı, hayatının karardığı ve artık umut ışığı göremediği çocukların kendinden çok daha umutlu olduğu gerçeği karşısında susup başını öne eğmekten başka bir şansı kalmıyor izleyenin.
“Ma vie de Courgette” 66 dakika içinde saatlerce süren filmlerin, durmaksızın devam eden sohbetlerin, yüzlerce hatta binlerce sayfanın anlatamadıklarını anlatıyor. Ve bütün bunları, hayatın gerçeklerini henüz küçük yaşta öğrenmiş bu çocukların hayatını onlara bir saniye bile acımamıza müsaade etmeden, onların korumaya ihtiyaçları olduğu fikrinin aklımıza gelmesine izin vermeden umut dolu bir dünyada anlatıyor. Onlarca, yüzlerce, binlerce kez izlenecek bir başyapıt.