İngiliz yazar James Miller (William Shimell), ülkesinde pek ilgi görmediği halde, İtalyanca çevirisinin epey popüler olduğu kitabını imzalamak ve okurlarıyla buluşmak üzre Toscana bölgesinde düzenlenmiş bir toplantıya katılır.. Kitabın adı, filmimizin de adının İtalyancası olan Copia Conforme‘dir ve yazar, ‘sanat felsefesi’ üzerine oluşturduğu kitabında, kopya sanat eserlerinin, orijinallerinden daha da değerli olabileceği tezini işlemektedir..
Toplantıya dinleyici olarak katılan bir Kadın (Juliette Binoche), taze ergenliğinin isyanlarında bayrak sallayan oğlunun ısrarları sonucunda salondan ayrılmak zorunda kalınca, yazara, toplantıyı tertipleyen kişi aracılığıyla, imzalaması için kitaplarını, araması için de telefonunu bırakır..
İtalya’ya Fransa’dan gelmiş bir sanat galerisi sahibesi olan ve aynı zamanda İngiliz yazarın ‘maddi-manevi’ hayranı olduğu gözlerden de kaçmayan bu orta yaşlı ve de cazibeli kadının amacı, kırlaşmış saçlarına karşın, yakışıklılığın zirvelerinde at koşturan karizmatik yazarla (‘tıpkı ben’ diyecem ama öte yandan kıskananların çatlamasını da istemiyorum pek) tanışıp görüşmektir..
Kadın -işini bilen her ‘normal’ kadın gibi- amacına ulaşmakta hiçbir güçlük çekmeden, iki günde bir sakal tıraşı olan bu ‘prensip sahibi’ adamla dostluğunu kısa sürede geliştirecek ve ikili, Toscana’yı gezme bahanesiyle bir kaç saatliğine çıktıkları yolun sonunda -adeta- evlilikleri yıllanmış bir karı-koca kıvamına geleceklerdir..
“Sanat Hakikâtten Daha Değerlidir”
Görüntü ya da hayalin, gerçekten daha değerli olduğuna dair tezi biraz daha özele indirgemiş Nietzsche‘nin, “Sanat, hakikâtten daha değerlidir,” aforizmasının yanında yer aldığını gözlemlediğimiz yönetmen Abbas Kiyarüstemi, arabayla kırsal bir bölgeden geçerken, yol kenarında sıralanan servi ağaçlarına dikkati çeken İngiliz yazarın ağzından konuşarak, aslında, her birini diğerlerinden farklı kılan şekilleriyle, iyi birer sanat eseri olarak gördüğü bu ağaçları, ‘sanat dışı’ kılan şeyin, onların bir sanat galerisinde değil de arazi üzerinde bulunmasına bağlar.. Benzer şekilde, herhangi bir ‘değersiz’ nesnenin, bulunduğu yerden alınıp, hem de kendisine hiçbir müdahalede bulunmadan bir galeriye konduktan sonra ‘değerli’ bir sanat eseri muamelesi gördüğünü de zaten hepimiz biliyoruz..
Öte yandan, ‘orijinal’ olarak nitelendirdiğimiz sanat eserleri de aslında, evrende zaten var olan herhangi bir şeyin kopyasından, suretinden ibaret değil midir?
Daha başlarken, İngiliz yazarın tanıtılan kitabının adıyla, genel olarak felsefenin, özel olarak da sanat felsefesinin önemli bir tartışma konusu olan ‘orijinal-kopya’ ilişkisine giriş yapan film, İngiltere’de iplenmeyen kitabın, İtalyanca ‘kopyası’yla satış rekorları kırmasına vurgu yaparak da ana temasının ateşini bir güzel körüklüyor..
Kahramanlarımız olan kadın ile erkeğin, önce ilk karşılaştıkları galeride başlayan, daha sonra bir arabayla gerçekleştirdikleri yolculukları boyunca alevlenen ve nihayet, vardıkları kasabanın müzesinde, tarihi eserlerle dolu sokaklarında, lokantasında ve de otel odasında -filmle birlikte- tamama eren ‘entelektüel ağırlıklı’ sohbetleri, konuyla doğrudan ilişkili bir minvalde ilerleyerek -kendince- bir sonuca varacaktır elbet..
Kasabanın müzesinde bulunan ve yüz yıllar boyunca özgün zannedilen bir Roma resminin, yakın bir zamanda, 18’inci yüzyılda yapılmış bir kopya olduğunun anlaşılmasına karşın -orijinalinden daha da güzel olması hasebiyle- aynı müzede, aynı özenle korunmaya devam edildiğinin vurgulandığı sahnelerle, mevzunun ‘sanat’la ilgili bağlantıları yavaş yavaş gevşeyerek, filmin ‘gerçek’ kahramanları olan kadın ile erkeğin özel dünyalarına öyle rahat bir geçişle nüfuz edilir ki buna şahit olan şu ‘naçizane’ yazarınız, filmin yönetmeni Abbas Kiyarüstemi‘yi bir an önce bir yerlerde yakalayarak, onun mübarek ellerinden öpmeyi bile düşünür..
Filmin bundan sonrası, birbirlerini daha yeni tanımış iki yetişkin insandan dişi olanın etkin, erkek olanın da edilgen olarak başlattığı, mükemmel bir kurguyla ilerleyerek nihayetinde zirveye ulaştığı, güzel bir ‘evcilik oyunu’ndan ibarettir..
Yaşını başını almış bir erkek ile bir kadının karşılıklı oturarak yemek yemeleri gibisinden, adeta parmakla işaret edilen, lakin ‘sahte’ olan görüntüye aldanan bir yaşlı kadının fişteklemesinden ilham alan bu oyun, ‘orijinal’ olmayan bir evliliği kahramanlarımıza ‘gerçek gibi’ yaşatırken; biz seyircilere de, aklımıza üşüştürülen bir takım sorulara yanıtlar bulmaya çalışmak kalır..
Geniş Spektrumlu Yan Etkisi Mebzul Bir Film
Sırf, Juliette Binoche‘nin Cannes Film Festivali‘nden ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödüllü mükemmel performansını görmek için bile izlenmesi vâcip olan filmde kullanılan Fransızca, İtalyanca ve İngilizce lisanları, kahramanların değişkenliği ya da olayların gidişatıyla devreye girip çıkmak suretiyle, filmi bir başka boyuttan zenginleştiriyor..
Çok doğal oyunculukları iyice bariz kılan, yakın plan yüz çekimleri filmin etki gücünü adeta şahlandırırken; kadrajın ön planında görünen ‘asıl’ kahramanları izler veya dinlerken, aynı kadraj içinde olduğu halde geride kalan, bazen net dahi olmayan diğer figürlerin belli belirsiz incelikteki girişimleriyle olaya dahil olmaları ve bütün bunların hepsinin bir bütünlük içinde perdeye yansıtılması da filmin hâlihazırdakı derinliğine görsel açıdan bir katkı sağlıyor..
Dünyaca ünlü İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi‘nin ilk kez ülkesi dışında çektiği Copie Conforme, bana, ‘dahiyane’ sıfatını eklemekte hiçbir çekince bırakmayan, ‘incelikli’ çekilmiş; hayat, sanat, yapıt, gerçek ile hayal, özgün ile taklit, kadın ile erkek ve evlilik ve dahi çocuklar üzerine düşünen, düşündürten oldukça geniş spektrumlu, yan etkisi de mebzul, ilaç gibi bir film..
En Orijinalinden, 9!