“Kronik” filmi “insan”ın acılarını yüzüne vurmayı tercih ederken “Knight Of Cups” insanın yalnızlığını farklı bir dil ve bakıştan anlatıyor. “Kronik” sadelik yanayken “Knight Of Cups” şiirselliği ile insanı süslü bir dünyaya çekip etkisine almaya çalışıyor.
Mert Tanöz
Knight Of Cups:
Bir Terrence Malick filmi olan “Knight of Cups” sinema filmi olmanın çok ötesinde izleyiciyi de düşünmeye davet eden post modern bir yapım. Fotoğraf karelerinin bir hikaye olmaksızın bir araya geldiği, yoğun semboller ve metaforlar içeren “Knight Of Cups”, diğer bir yandan da mistik dünyanın kapılarını aralıyor.
Birçok bölümden oluşan filmin merkezinde Christian Bale’ın canlandırdığı Rick karakteri yer alıyor. Üst sınıfa mensup olan ve bu sınıfın kendine yarattığı dünyanın bir parçası olarak yaşayan Rick, yolu kaybetmiş bir seyyah misali dünyada dolanıyor. Uğradığı her durakta hayatına anlam katacak bir iz bulmaya çalışsa da hayat tarzının getirdiği umursamazlıkla birlikte bu duraklardan boynu bükük ayrılıyor. Nereye giderse gitsin, kiminle olursa olsun aradığı “inci” tanesini bulamıyor. Ara sıra deneyimlediği –yaşamadığı– aşk hissiyatıyla birlikte doğru yolda olduğu yanılgısına da varsa, aşkın bir nedenle sönmesi ona çıktığı basamakların yanlış merdivene ait olduğunu gösteriyor. Yaşadığı hayatın yalnızlığı içinde kendini anlamsız ve yitik hissediyor.
Filme adını veren “Knight Of Cups”, ilk sekanstaki hikayenin yanı sıra tarotta kullanılan kartlardan birinin de adı. Bu anlamıyla sahip olduğu mistik atmosferi daha da yoğunlaştıran yapım, etkileyici atmosferi, büyülü dünyası, sert anlatımına karşın sıradan meselesini karmaşıklaştırmakla kalıyor. Sanatsal bir hava yaratarak kendini güçlü göstermeye, karşısındaki cehaletle suçlamaya çalışıyor.
Chronic:
Michel Franco’un “Kronik”i bir hastabakıcının kendini hastalarına mecbur bırakmasını, kendini de onlar gibi muhtaç duruma düşürmesini anlatıyor. Tim Roth’un etkili performansıyla şahlanan film, insanın istemediklerini göstermek gibi cesur bir hamleye yapıyor.
Film David’in sırasıyla dört farklı hastasıyla ilişkisi ve bunun yanında devam ettirmek zorunda kaldığı kendi hayatı üzerinden gidiyor. Bir tarafta canını dişine takarak hiç tanımadığı insanların tüm sorumluluğunu üstlenirken diğer bir taraftan da kendi varlığını, yaşamını unutuyor. Tek arkadaşlarının hastaları olduğu hayatını sürdürmek isterken işiyle özeli arasındaki ince çizgiyi siliyor, bir çalışandan öte en hastanın en yakını haline geliyor. Kimsenin bakımını üstlenmediği, üstlenemediği bu insanlarla olabildiğince yakından, değer verip saygı duyarak ilgileniyor. Birçok insanın isteyerek yapmakta zorlanacağı bakımı gönlünden gelerek yapıyor. Fakat filmin ilerleyen kısmında David’in bu işi neden bu kadar sevdiği anlaşılıyor, oğluyla olan ilişkisinde kendini suçlu duyduğu gerçeği gün yüzüne çıkıyor.
Durağan olmasına “Kronik” Tim Roth’un da katkılarıyla izleyiciyi sıkma noktasından uzaklaşıyor. Sahnelerdeki boşluklar ve uzun bekleyişlerle izleyicinin sabrını test ederken David’in sabrını anlama konusunda da yardımcı olmuş oluyor. Tahmin edilebilirliğine karşın etkileyici, güçlü bir film. Yine de Michel Franco daha iyisini yapabilir.