BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Hemen söyleyeyim ki ilk sinema filmlerini çeken yönetmen Erhan Kozan ve senarist Sertan Telli'nin Çakal'ı, her haliyle 'başarılmış' bir film.. Hele ki yerli yapımlarda hep bir sorun olarak kulağı rahatsız edegelmiş 'iç ses' olayının mükemmelen halledilip de filme yedirilmesine -hiç şüphesiz ki- şapka çıkarılmalı..

Olağan Mevzular

Çakal : Akvaryumundan Memnun Olmayan Nihilist Balık

Hemen söyleyeyim ki ilk sinema filmlerini çeken yönetmen Erhan Kozan ve senarist Sertan Telli’nin Çakal’ı, her haliyle ‘başarılmış’ bir film.. Hele ki yerli yapımlarda hep bir sorun olarak kulağı rahatsız edegelmiş ‘iç ses’ olayının mükemmelen halledilip de filme yedirilmesine -hiç şüphesiz ki- şapka çıkarılmalı..

Akın (İsmail Hacıoğlu), şehr-i İstanbul’un yoksul mahallelerinden birinde, düşman gibi gördüğü ‘yobaz’ babası (Turgay Tanülkü) ve belli ki bu kocadan çokça çekmiş annesiyle aynı evi paylaşan, yirmili yaşlarını sürmekte olan bir deli oğlandır.. Hem, yüzüne karşı baba bile diyemediği ‘sevgisizlik’ sembolü babasından kaynaklanan, hem de genel olarak çevresini kuşatan -her anlamda- yokluk ve yoksunluktan dolayı coşan öfkesiyle sürekli isyanları oynayan Akın, hastanede yatan annesinin ölüm haberiyle birlikte, benliğini bir cendere gibi sıkan bu ‘boş’ ve de anlamsız yaşantısından kurtulabilmenin çarelerini düşünmeye başlar..

Numan Serteli

Okumadığı ya da -büyük ihtimal- okutulmadığı için küçük yaşta mahallenin marangozu Nuran Usta (Cüneyt Türel)’nın yanına çırak verilmiş bu oğlan için belki de -yaşantısına anlam katabilecek- en yakın ve en doğru dürüst örnek, ‘adam gibi adam’ ünvanını her haliyle hak eden bu ustanın ta kendisidir.. Amma, bu hakikati -tamamen dışarıdan biri olarak- sadece bizler görebiliyoruz.. Herkese ve her şeye karşı içinde büyüttüğü kızgınlıkla, patlamaya hazır bir bomba gibi ortalıkta dolanan Akın’dan, gerçek babasından görmediği sevgiyi dahi her zaman vermeyi bilmiş bu adamın kıymetini değerlendirebilmesini nasıl bekleyebiliriz ki? Gerçi bol bol ahşap tozu solunan izbe bir marangozhanenin, genç bir insana çekici gelmesini beklemek de biraz ‘ham hayalcilik’ olsa gerek..

Annesi sağken az da olsa bir mana taşıyan baba evini -son durum muvacehesinde- terk edip giden oğlan, teorideki ‘yeni hayat’ı pratiğe geçirirken gerekli olacak nakidi, ustası hatta babası olacak Nuran’dan araklaması, onun gözünün nice döndüğünün de bir göstergesidir..

Yuvarlandığı nihilizmin karanlık sularında -hiç değilse- boğulmama kararlılığı göstermeye çalışan bu gencin, hakkında hiçbir şey bilmediği, hatta planlamadığı, lakin bir güzel oluruna bıraktığı o müstakbel yaşantısına, eski hayatından taşımayı düşündüğü tek kişi vardır ki o da sevgilisi Deniz (Damla Sönmez)’dir..

Gelgelelim, kuaförde ağdacı olarak çalışarak ailesinin geçimini üstlenmiş bu ‘sorumlu kız’, hayal peşinde koşmaya, dibi görünmeyen sulara dalmaya niyetli bu ‘sorunlu oğlan’la ilişiğini, tam da işi fazla uzatmayan bir ‘kadın kararlılığıyla’ kesip atacaktır..

Ezelden babasız, şimdi de anasız, bilahare ustasına ihanet etmiş bir işsiz ve dahi sevgilisiz kalakalmış Akın’ın önünde, fazla bir seçenek de kalmamıştır aslında.. Dıştan ‘sert lümpen’ bir görünüm çizerken -her şeye rağmen- içinde adeta bir ‘duyarlı feylesof’ yaşatmayı da bilen bu genç arkadaşın, peş peşe gelen bunca olumsuzlukların neticesinde kaybetme endişesi taşıyabileceği bir şeyi de kalmayınca, daha gözü kara, daha acımasız olacağını beklemek,  gayet normal bir davranış olsa gerek..

Her akşam mahallenin dışındaki surların tenha bir köşesinde toplaşarak, konuştukları boktan mevzulara, hem suluyu, hem de kuruyu karıştıran arkadaş grubu içinde bulunan İdris (Çetin Altay),  hayatını kökten değiştirecek teklifini Akın’a yapmakta gecikmez: Hayat Bilardo Salonu..

Bilardo Salonu paravanı arkasında, bahis ve kumar dahil her türlü ‘kara para’ faaliyeti içinde bir adam olan Fahrettin (Uğur Polat)‘in işlettiği mekanda çalışan İdris, çok iyi tanıdığı arkadaşı Akın’ın da -her haliyle- bu karanlık âlemde tutunup da başarılı olacağından emin gibidir..

Hayatına yeni bir rota çizmeyi, ‘kısa ama acılı’ geçen yaşantısıyla kirlenmiş akvaryumunu değiştirmeyi düşünürken bile: “Yaşamım hep eskinin devamıyken nasıl değişebilir ki?” gibisinden, kötümser ama ‘gerçekçi’ fikir yürütmeyi de becerebilen şu ‘nihilist balık’, bakalım içine gireceği ‘yeni’ akvaryumunda aradığı ortamı bulabilecek mi?

“Ben Çakal değilim!”

Hemen söyleyeyim ki ilk sinema filmlerini çeken yönetmen Erhan Kozan ve senarist Sertan Telli‘nin Çakal‘ı, her haliyle ‘başarılmış’ bir film.. Hele ki yerli yapımlarda hep bir sorun olarak kulağı rahatsız edegelmiş ‘iç ses’ olayının mükemmelen halledilip de filme yedirilmesine -hiç şüphesiz ki- şapka çıkarılmalı..

Kahramanımız Akın’ın o an yaptığı eylemlerden (Buna adam öldürmek de dahil!) tamamen bağımsız olarak, ‘keşkeler’ hakkında ya da hayatın da ölümün de saçmalığı ve anlamsızlığı üzerine sarf ettiği sözlerin, yaptığı o hareketi -beklenmedik bir şekilde- güçlendirip çarpıcı kılması, özellikle çok etkileyici..

Yine, çekimi yapılan oyuncuya bağlanarak kullanılan bir kamera sistemi olan ‘SnorriCam’ (Kendi imkânlarımla araştırdım da buldum bu cins kameranın adını.. Kıymetimi bilin yani) ile gerçekleştirilmiş öyle mükemmel bir bar sahnesi var ki; yarattığı estetik etkinin yanı sıra -hep şikayet ettiğimizin aksine- bir yönetmenimizin, sahip olduğu teknolojiyi eline yüzüne bulaştırmadan, bokunu da çıkarmadan kullanmasıyla bile takdire lâyık bence..

Muhteşem oyuncu kadrosunun içinden acaba hangisini ayırıp da bahsetsem diye düşünürken, akla hemen İsmail Hacıoğlu’nun gelmemesi mümkün değil.. Ne hikmetse -şimdiye kadar- pek beğendiğim, daha doğrusu içimin ısındığı bir oyuncu değildi kendisi; ama bu filmdeki -öyle böyle değil- fazlasıyla ‘aşmış’ oyunculuğunu gördükten sonra artık tersini düşünmekteyim..

Filmin, kadı kızında bile bulunabilecek tek kusuru olarak, Akın’ın son hâle dönüşmeden önce, onu psikopatlığa sevk eden şartların, olayların ne olduğuna, ya da misal, babaya karşı duyulan müthiş derecedeki düşmanlığın nedenlerine dair, senaryonun pek de aydınlatıcı olamaması gösterilebilir.. Belli ki film -elbette bir tercih yaparak- bu süreci seyirciye, oğlanın bazı replikleri ya da iç sesiyle hissettirmeyi ve bunların üzerinden de düşündürtmeyi seçmiş..

Seyirciyi -hele ki tembel cinsinden olanı- baya bir zorlayacak bu belirsizlik yerine, senarist keşke, zamanda geri dönüşlerle (Flaşbek) bu eksikliği gidererek, filmini daha kusursuz hâle getirme yolunu seçseydi, derim ben..

Final sekansı diyebileceğimiz uzunca son bölüm, Çakal‘ın da en çarpıcı kısmını oluşturuyor.. Filmin genel gidişatına aykırı gelişerek, baş döndürücü bir kurguyla, şahane görüntülerle süslü bu ‘kreşendo’, gerçekten de kolay kolay unutulmayacak mükemmellikte.. Ki en sondaki sürpriz de bunu bir güzel taçlandırıyor..

Olmuş Bu!  8!

ÇakalYönetmen: Erhan Kozan

Senaryo: Sertan Telli

Oyuncular: Erkan Can, Uğur Polat, İsmail Hacıoğlu, Haldun Boysan, Turgay Tanülkü, Damla Sönmez

Yapım: 2010, Türkiye , 90 dk.

İlginizi çekebilir...

Basın Bülteni

“Herkes için Adalet” ilkesiyle 14. kez sinemaseverlerle buluşacak olan Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen, Pınar Altuğ Atacan...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et