C Blok ile yönetmenlik hikâyesine başlayan Zeki Demirkubuz, Kıskanmak filmine kadarki süreçte sinema dilini oturtmuş, genelde ayaktakımı arasında gezinen kamerasıyla sokağın nabzını gayet iyi yoklamış, Türkiye sinema tarihinde çok da eşi benzeri görülmemiş türden edebi bir dil yaratmıştı.
Ne olduysa Kıskanmak’ın dolaşıma girmesiyle oldu: Demirkubuz, Nahid Sırrı Örik’in aynı adlı eserinden beyazperdeye aktardığı filmde ne yazarın o şahsına münhasır aurasını yansıtabilmiş, ne de bu esere kendi bakış açısıyla yeni bir yorum getirebilmişti. Sonuçta ortaya ‘çok kuru’ bir film çıkmıştı. Demirkubuz’un kendi de bu sonuçtan pek memnun değildi alınan duyumlara göre.
Demirkubuz’un varoluşçuluk takıntısını biliyoruz, sinemasında bu akımın esintisi olan ‘yalnız adam’ tiplemelerine de aşinayız. Yönetmen genelde bu varoluşçuluk halini karakterinin bir köşesine organik bir şekilde iliştiriveriyordu, Yazgı’da olduğu gibi. Yönetmen, bu sefer filminin eksen karakteri Muharrem’i (Engin Günaydın) bütünüyle bir varoluşçu yalnız adam olarak çizmeyi yeğlemiş.
Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ının serbest bir uyarlaması olan filmin merkezinde bulunan Muharrem, uyarlandığı eserdeki gibi bir devlet memuru. Muharrem, ev ile iş arasında mekik dokumaktan yabancılaşmanın dibine vurmuş, çağdaş toplumun kağıt üzerinde saygın bir üyesi. Arkadaşları var, ama tek ilişkisini evine neredeyse her gün temizliğe gelen, aynı zamanda apartmanın kapıcılığını da yapan ortalıkçı kadın ile kuruyor. Yusuf Atılgan’dan etkileşimle ‘ortalıkçı kadın’ dediğim bu karakter çeşitlemesi, zaten varoluşçu edebiyatta sık sık karşımıza çıkar: Anayurt Oteli’nin katibi Zebercet de tek ‘gerçek’ ilişkisini Serra Yılmaz’ın canlandırdığı, oteldeki ortalıkçı kadın (Zeynep) ile kuruyordu anımsayacağınız üzere. Bunun yanında Dostoyevski’nin hatırı sayılır eserlerinde bu ortalıkçı kadın’lar hikayeye kıyısından köşesinden dahil olurlar.
Yeraltı’nın eksen karakteri Muharrem, sinemamızda daha önce görmediğimiz türden orijinal bir karakter. Karmaşık iç dünyası, dışsal çatışmaları, yabancılaşmasını gündelik hayattaki tezahürüne bakacak olursak, tam bir ‘uyumsuz’ kendisi. Çok boyutlu, incelikle, her detay üzerinde uzunca çalışılmış bir karakter olduğu açık. Ortalıkçı kadın karakteri de, saydığımız benzerlerinin özgün bir çeşitlemesi; sistemsel kaynaklı kötücüllüğü ve sonradan celladına aşık oluşuyla eleştirel perspektifi hayli yoğun.
Öncelikle, ortalıkçı kadın ile üst kattaki, eşini kaybedeli beri iyice zıvanadan çıkmış yaşlı ev sahibi arasında gelişen çatışma dramada neden ayrı önemli bir pozisyona yerleştirilmiş, anlamak zor. Bu çatışma, doğrudan Muharrem’in temel hikâyesiyle ne kadar etkileşim içinde ki, senaryoda bu kadar yer bulmuş kendine? Ya da şöyle ifade edeyim; bu çatışma Muharrem’in temel hikâyesiyle bu kadar etkileşim içindeyse şayet, böyle olduğunu düşünecek olursak, Muharrem’in azmettirici olduğu vakanın gelişiminden bizim bihaber olmamız ne kadar doğru? Bu bir dramatik gedik değil midir?
Yukarıdaki veriler ışığında söz konusu iki çatışmanın, iki ayrı kanaldan birbirine paralel olarak ilerlediğini ifade edebiliriz. İki ana çatışmanın birbiriyle kavuşmadığını görmek için, gündelikçi ile Muharrem’in ilişkisinin noktalandığı masa sahnesini dikkatle izlemek yeterli. Bu sahnede, iki çatışma birleşip patlama yapmıyor, aksine iki ayrı noktaya savruluyor, drama çözülüyor. Ortalıkçı kadın, masadan kalkıp hayatına devam ediyor, onun akıbetini göremiyoruz; Muharrem yabancılaşmasının tepe noktasına ulaşıyor, başka bir evreye geçiyor. Demem o ki, Demirkubuz dramasına çember çizdirip iki ucu birleştirmiyor, birleştiremiyor bu noktada.
Hikayeye sonradan dahil olan düşmüş kadının ana çatışmaya (Muharrem’in çatışmasına) eklemlenişi de yeterince pişmeden gerçekleşiyor. Bu iç içe geçiş dramayı bütünlüyor mu, onu daha da parçalıyor mu, bu da tartışılır. Bana soracak olursanız, elimizdeki haliyle bu senaryodan en az 3 farklı film tasarımı çıkar! Demirkubuz kurgu masasından çok erken kalkmış; Yeraltı’nın en az 20-30 dakika safrası var gibi görünüyor çünkü. Diğer bir alternatifse Demirkubuz’un sapmaları -yatalak ev sahibi ve düşmüş kadının hikayesini- işlemek suretiyle ana omurgaya dahil etmesi olabilirmiş. Filmin süresinin 2,5 saate kadar uzayabileceği bu tercih, dramayı tamamlar, filmi de düzlüğe çıkarabilirmiş bence.
Dramatik olarak hayli sorunlu olan filmin biçim bakımından da dört dörtlük olduğunu söyleyemeyiz. İlk yarıda diyalog ağırlıklı ve şahsına münhasır olan, edebi anlatımı tutturan Demirkubuz, nedense ikinci yarıda birden –deyiş yerindeyse NBC’leşip- Tarkovskivari, resim ağırlıklı, durgun bir anlatım tekniğine yöneliyor.
Buna çok benzer bir biçim sendeleyişini yönetmenin sadece ilk filmi olan C Blok’ta görebilirsiniz. O filmde de Demirkubuz, biçim konusundaki yetkinliğine henüz erişmediğinden, hikâyesini resimle mi, yoksa diyalog yoğunluklu olarak mı anlatacağına bir türlü karar veremiyordu.
Sonuç olarak Yeraltı’nın, yukarıda anlatageldiğim sebeplerden dolayı Demirkubuz filmografisinin en zayıf filmlerinden biri bence. En çok yandığım nokta da, Demirkubuz’un yatalak ev sahibi-ortalıkçı kadın gerilimini az da olsa göstermeyi yeğlememesi. Kıskanmak’ta da bu damarı es geçmiş, iğneyi buraya saplamamıştı yönetmen. Oysaki, Kıskanmak’a değin alt-orta sınıfın gündelik gerilimi onun sinemasının en önemli dinamiği, sinema dilinin karakteristik özelliğiydi.
* İş bu yazı Film Arası Dergisi‘nin
Ekim sayısında yayımlanmıştır.
[xrr rating=1/5]
Yönetmen ve Senaryo: Zeki Demirkubuz
Oyuncular: Engin Günaydın, Nihal Yalçın, Serhat Tutumluer
Türkiye, 2012, 107 dakika