Sinema yazarı olarak tanıdığımız, korku kültürü üzerine uzmanlaşmış bir isim olan Burak Bayülgen’in çok ilginç bir özelliği daha var; o bir masal anlatıcısı! Geçtiğimiz günlerde ikinci çocuk kitabı Centilmen Uyku‘yla karşımıza çıkan Bayülgen’e sorularımızı yönelttik…
Biz seni korku sinemasına yoğunlaşmış bir sinema yazarı olarak tanıyoruz… Fakat bunun yanısıra çocuk kitabı da yazıyorsun. İkinci çocuk kitabın Centilmen Uyku çıktı geçtiğimiz günlerde. Nasıl başarıyorsun bu iki bambaşka türü aynı anda yazabilmeyi?
Korku bir tür. Ancak korkularımız sadece bir türün içinde hapsolmuş değiller. Korkularımız komedide de var, dramda da… O yüzden çocuklar için yazarken de korku deyince kavramsal düşünüyorum: Kötülük, kötülük etme, anlayışsızlık ve sevgisizlik. Öykülerimin, evrensel mesajımın içinde bu kavramlarla anılmalarını hiç istemiyorum. Dolayısıyla korkutmaktan ziyade bir peri masalının içinde nefret gibi kavramları yok etmeye çalışıyorum. Korkunç karakter başka bir şey, bu kavramlar başka bir şeydir. Korku edebiyatını/sinemasını çocukluğumdan beri severim ama bir yandan da annemin bana okuduğu masallarla büyüdüm; Andersen de vardı içinde, Disney karakterleri de… Ama sonradan fark ettim ki cadı hikayenin içinde yaşadığı sürece, hikaye devam ediyor, prens gelince ve prensesi öper öpmez hikaye bitiyor. Bu bana adil gelmezdi. Ben hikayenin bitmesinden yana değilim sadece. Bu yüzden cadı/dev/kötü kraliçe gibi karakterleri hep sevmişimdir. Korku sinemasına da yaklaşımım bu şekildedir; profesyonel olduğu kadar çocuksu bir şekilde.
Centilmen Uyku’nun diğer çocuk kitaplarından farkı nedir? Mesaj kaygılı bir didaktik bir yapısı var öykülerinin…
Centilmen Uyku ısrarla Andersen’in izinden gitmeye çalışan bir çocuk öykü kitabı. Peri masallarının modernizme uyarlanmış bir biçimi de değil. Ben evrensel bir mesajın peşinden gidiyorum ve bu, her coğrafyada, her zaman diliminde aynı şekilde etki etsin istiyorum. Dolayısıyla bu öykülerde bir “kuzey” takıntısı var, evet, ama kime, hangi lokasyona göre kuzey, onu boşlukta bırakmaya çalışıyorum. Öykülerimde zaman ve mekan boşluğu var, yersiz, yurtsuz öyküler bunlar ama mesajı aynı. Günümüzde bu mesaj kaygısının üstünde çok fazla durulmuyor ne yazık ki ama ben duruyorum. Tamam, bunlar sevimsiz ölçüde didaktik öyküler değil ama kötülüğün ve sevgisizliğin üzerine giden, bu iki negatif kavramı elimine etmeye çalışan öykülerin ille de didaktikmiş gibi algılanmasını da istemiyorum.
Bu öyküler nasıl ortaya çıkıyor, çocukluğundan esinleniyor musun yazarken öykülerini?
A’sından Z’sine zihnimde bir anda beliriveriyorlar ve bu belirme yaşanmadan asla yazmaya başlamıyorum. Sanki bir ses bana bu öyküleri okuyormuş gibi bir ilhamın peşindeyim, bu yüzden bu öyküler bir ebeveynin çocuğuna gece yatmadan evvel okuduğu öykülerin üslubuyla yazıldılar. Her bir öykünün sonunda da “iyi uykular” diliyorum. Küçükken çok fazla masal dinlediğimden hayal alemim hep geniş oldu. Dinlediğim masalların şefkatli bir anne/baba sesinden tınlamasını şimdi ben kopyalamaya çalışıyorum.
Kaynaklarınızı öğrenebilir miyiz? Nelerden, kimlerden etkilendiniz yaratım sürecinizde?
Norse mitolojisinden oldukça beslenmeye çalıştım ama yersiz, yurtsuz öyküler olmasına da özen gösterdim. Salt mitoloji yerine mitolojik karakterlerin çocuk öykülerindeki temsil biçimlerini kendime örnek aldım. Bir taraftan da müzik beni çok etkiledi. Edvard Grieg’in bestelerinde; özellikle şarkılarında yer alan atmosferi ben de müzikal bir dilde okuyucuya ulaştırmaya çalıştım.
İlk çocuk kitabın Sina’nın Sihirli Resmi’nden bu yana beş yıl geçmiş. Hayli uzun bir ara… Çocuk edebiyatına katkı sunmayı sürdürecek misininiz?
Daha en başta şöyle bir fikrim vardı: Eğer kitap yazacaksam çocuklar için yazarım… İlk kitabımın tüm geliri Çocuk Böbrek Vakfı’na bağışlandı. Sadece çocukların seveceği öyküler yazmayı değil, çocuklara katkılarımın olacağı, maddi manevi faydamın dokunacağı projelerde yer almak amacım zaten.
***