BİZİ TAKİP ET...

Sitede ara...

Haftanın filmi olarak tavsiyemiz ise Oscar'dan eli boş dönerek sempatimizi daha da fazla kazanan Gerçeğin Parçaları (bütün ülkede sadece 6 kopya ile gösteriliyor). Herkese iyi seyirler...

Ercan Dalkılıç

Bu Hafta Vizyona Giren Filmler (4 Mart 2011)

Haftanın filmi olarak tavsiyemiz ise Oscar’dan eli boş dönerek sempatimizi daha da fazla kazanan Gerçeğin Parçaları (bütün ülkede sadece 6 kopya ile gösteriliyor). Herkese iyi seyirler…

Oscar töreni bittiğine ve sinema dünyası normal hayata geri döndüğüne göre(!) vizyon programında makul planlamalar beklemek hakkımız. Tabii Vahşetin Çocukları gibi -ticari ya da sanat sineması ayrımı gözetmeksizin bakıldığında- öne çıkmayan ve 2008 tarihli bir filmin neden ülke nüfusuna göre kısıtlı sayıdaki salonlarımızı işgal ettiğini anlamak mümkün değil. Peki, kendi alt türünde bile kaale alınmayacak Sokak Dansı 3D filmine neden para verelim? Eğer senede 100-150 milyon biletin satıldığı, sinema salonlarının Starbuck’s gibi bolca bulunduğu bir ülkede yaşıyor olsaydık anlayacaktım, ama işin sadece ticari yönünü gözeten dağıtımcılarımız, DVD olarak bile satışı yerlerde sürünecek filmleri vizyona neden sokar?

Hemen her hafta ısıtıp ısıtıp konu edindiğimiz bu meseleyi (şimdilik) bir kenara bırakırsak pek çok kişiye hitap edecek, dikkate değer ya da önemli filmler seyirciyle buluşuyor bu hafta. Haftanın filmi olarak tavsiyemiz ise Oscar’dan eli boş dönerek sempatimizi daha da fazla kazanan Gerçeğin Parçaları (bütün ülkede sadece 6 kopya ile gösteriliyor). Herkese iyi seyirler…

72. Koğuş 

Yönetmen: Murat Saraçoğlu

Senaryo: Ayfer Tunç, Orhan Kemal (Kitap)

Oyuncular: Yavuz Bingöl, Kerem Alışık, Songül Öden, Hülya Avşar, Nursel Köse

Yapım: 2011, Türkiye, 97 dk.

Orhan Kemal‘in unutulmaz eserinden uyarlanan ikinci film. İlkini 1987’de Erdoğan Tokatlı yönetmiş ve Ahmet Kaptan rolünü Kadir İnanır canlandırmıştı. Yavuz Bingöl ve Kerem Alışık eserin tiyatro uyarlamasında uzun süre sahne tozu yuttuktan sonra projeyi 120 (2008), O… Çocukları (2008) ve Deli Deli Olma (2009) ile takdir toplayan Murat Saraçoğlu‘na teslim ederek beyaz perdede de seyirci karşısına çıktılar. Hülya Avşar’ın şuursuz açıklamaları ile olumsuz bir gündem yaratan filmin basın bülteni şöyle:

Orhan Kemal’in başyapıtlarından biri olan 72. Koğuş, insan haysiyetinin düşebileceği en dipsiz kuyunun hikâyesidir. 1940’lar, 2. Dünya Savaşı’nın etkisinde kalan Türkiye’nin kıtlık yılları… Cezaevinin 72 no.lu koğuşunda çeşitli suçlardan yatan Adembabalar…

Onların sefaleti, acıları, insanlığa özlemi, hayata dair düşleri, çelişkileri, aşkları ve kavgaları ile bu derin çukura yuvarlanmış, en yakınını üç kuruşa vurabilecek kadar alçalmış insanların dünyası… Bir koğuşun karanlığındaki direniş ve yaşam mücadelesidir… 72. Koğuş, kalın duvarlar arasına kapatılmış insanların duvarların dışındaki akıp giden hayatla çelişkileri ve çatışmalarını yansıtır.

72. Koğuş bir insan hikâyesidir ve insanlığın kaybettiği değerleri yüzümüze bir tokat gibi hatırlatmaktadır…

Gerçeğin Parçaları
Winter’s Bone
 

Yönetmen: Debra Granik

Senaryo: Debra Granik, Anne Rosellini, Daniel Woodrell (Kitap)

Oyuncular: Jennifer Lawrence, John Hawkes, Kevin Breznahan, Dale Dickey, Garret Dillahunt

Yapım: 2010, ABD, 100 dk.

Baba (The Godfather, 1972) filmi şablon bir kötüler topluluğu olarak resmedilen suç dünyasını acımasız hayat koşullarının bir ürünü olarak gösterdiği ve suçluları insani yönleriyle tasvir ettiği için önemli bir filmdir, ama Francis Ford Coppola bu kurmaca dünyayı yaratırken öylesine ustalık ve estetik güzellik sergiledi ki pek çok seyirci o güç savaşının tepesinde yer almanın hayalini kurdu ve Kurtlar Vadisi‘nin esin kaynağı haline geldi (Otomatik Portakal‘ın da benzer bir kaderi var).

Olumsuz geri beslemeyi göz ardı edersek Gerçeğin Parçaları‘nı bu açıdan Baba filmi ile akraba olarak görüyorum. 17 yaşındaki Ree, alzheimer hastalığından muzdarip annesi ve iki küçük kardeşiyle uyuşturucu ticaretinin doğal bir geçim kaynağı haline geldiği taşrada ayakta durmaya çalışan genç bir kız. Ailesine duyduğu sadakate rağmen bu boğucu dünyadan kaçmak için orduya yazılmanın planlarını yapıyor. Ancak uyuşturucu imalatında ustalaşmış babası, nezaretten kefaletle serbest bırakıldıktan sonra ortadan kaybolunca planlarının bir önemi kalmıyor. Çünkü babası belirlenen tarihte mahkemeye çıkmadığı takdirde kefalet için teminat olarak gösterilen evini kaybedeceğini öğreniyor. Karınlarını doyurmak için komşu ve akrabalarının merhametinden, sincap avındaki maharetlerinden başka dayanağı olmayan ailesinin evsiz kalmasını engellemek için babasının izini süren Ree, başta amcası Teardrop olmak üzere, herkesin engellemesiyle karşılaşıyor.

Debra Granik, Ree’nin babasını arayışını sürükleyici bir izlek olarak kullanırken, güçlü olabilmek ve hayatta kalabilmek için akraba dayanışması üzerine temellenen o feodaliteye benzer düzeni, uyuşturucu gibi gayrıkanuni bir ticaretin nasıl da doğallaşıp gündelik hayatın bir parçası olabildiğini, buna eşlik eden çürümüş devlet aygıtlarıyla durumun kökleşip derinleştiğini son derece doğal bir biçimde aktarmayı başarıyor. Bu derdin hakkını vermek için durgun bir tempo tutturması bazı seyirciler tarafından sıkıcı bulunabilir, ama filmin bütünlüğü gözetildiğinde bundan “seyir keyfi” almak daha olası. Granik‘in övgüye değer bir başka tarafı, bu orta ölçekli resmi çizerken başkahramanı Ree’nin büyümeye zorlanmış, ama masumiyetini hâlâ koruyan karakterini detaylandırabilmesi. Tabii Jennifer Lawrence‘ın oyunculuğu olmasa böylesine etkili olamayacağını belirtmek lazım.

Gerçeğin Parçaları, Amerikan Rüyası’nı paramparça eden, göz menzilimizin dışında kalan bir dünyada bizi gezintiye götüren, suç dünyasının taşra yansımalarını gösteren, senenin en iyi filmlerinden biri. Finalindeki buruk tadı duyumsamak için bu filmi seyretmenizde fayda var.

[ Deniz Akhan ]

Kader Ajanları
The Adjustment Bureau
 

Yönetmen: George Nolfi

Senaryo: George Nolfi, (Philip K. Dick’in ‘Adjustment Team’ adlı kısa öyküsünden)

Oyuncular: Matt Damon, Emily Blunt, Terence Stamp, Daniel Dae Kim, John Slattery

Yapım: 2010, ABD, 105 dk.

Philip K. Dick deyince akla dünyayı yöneten ve gerçekliği manipüle eden (dolayısıyla gerçekliği sorgulamamıza neden olan) örgütlerle ilgili hikâyeler gelir. George Nolfi‘nin ilk yönetmenlik denemesi olan bu filmde de konu birbirlerini seven bir politikacı ve bir balerinin bir araya gelmelerini engellemeye çalışan gizemli güçlere karşı verdiği mücadele. Matt Damon, Emily Blunt gibi başrol oyuncuları ve prodüksiyonu ile dikkat çeken film yurtdışında diğer Philip K. Dick uyarlamaları Bıçak Sırtı (Blade Runner, 1982), Gerçeğe Çağrı (Total Recall, 1990) ya da A Scanner Darkly (2006) kadar beğenilmedi ama belli bir seyir keyfi vaat ediyor.

Kir
Qirej
 

Yönetmen: Yusuf Çetin

Senaryo: Yusuf Çetin

Oyuncular: Cengiz Toprak, Yusuf Çetin, Zilan Odabaşı, Yalçın Dümer, Eyüp Çalış

Yapım: 2011, Türkiye

Yurdun Doğu ve Güneydoğusunda, kökeni yüzyıllara dayanan, PKK’nın ortaya çıkışıyla da harlanan, ‘yoğunluğu düşük, acısı korkunç’ savaşın son otuz yıldaki bilançosunda ilk göze çarpan husus, on binlerce can kaybıdır.. Dahası? Köylerinden, evlerinden edilerek üretimden koparılan, böylelikle işsizliğe, açlığa, sefalete mâruz bırakılan insanlar; mayın ekilen, acı biçilen tarlalar; güvenlik bahanesiyle yakılan ormanlar..

İşte bu savaşın yan ürünlerinden olan ve devletin bir nevi aciz kalışının belgesi diyebileceğimiz koruculuk sistemi, yılların oyuncusu Yusuf Çetin‘in yazıp yönettiği Kir‘in ana mevzusu..

Görevinin kendisine sunduğu her türlü nimetten sonuna kadar yararlanan Rezzak (Yusuf Çetin), PKK militanlarının sık sık dağdan inerek çatışmaya girdiği bir Doğu Anadolu köyünde mukim, yaşlıca bir korucubaşı olup üç-dört adamıyla birlikte köyde görevli askeri birliğe yardımcı olmaktadır.. Rezzak’ın -arada sırada icra ettiği- bu resmi görevinin dışındaki asıl mesaisi oldukça farklı ve yoğundur: Her türlü silâh ve uyuşturucu satışı, sipariş üzerine adam kaçırıp öldürmek, ‘derin’ devletin fâili meçhul cinayetlerine uygun maktul temini..

Bir gün, Korucu Rezzak’ın kız kardeşi ve onun ‘bilinçli’ bir Kürt aydını olan olan kocası, ‘belli mihraklar’ tarafından, yolda yürürlerken öldürülür.. Aileden geriye kalan iki öksüz kıza, dayıları olan Rezzak sahip çıkar..

Tiyatro ile sanat hayatına başlayan, daha sonra Yeşilçam’da yüzlerce kez ‘karakter’ rollerinde görülen Yusuf Çetin, bu filmi hem yazıp, hem yönetmiş, hem de baş rolünde oynamış..

Ağrı Dağı’nın karlı zirvesini, gökyüzüne asılmış şahane bir fotograf karesi gibi gören Doğubayazıt ilçesi ve oraya bağlı bir köy, Türkçe ve Kürtçe konuşmalı Kir‘in doğal platosu..

Diyaloglara katılmak için sıra bekleyen ya da belirli bir süre boşluk bırakmadan olanlara tepki veremeyen zayıf oyunculuklar; uzun uzun ve ayrıntılı gösterilmesinde hiçbir anlam bulamadığım, gereksiz uzunluktaki sahneler falan, hep acemi bir yönetimin izlerini taşımakta..

Aslında Kir‘i izlerken, bir filmden çok tiyatro, hatta tiyatrodan ziyâde bir müsâmere havası izlenimi aldığımı söyleyebilirim..

Derin devletin şeytanlığında hemfikiriz elbette, ama bölgedeki -kadına karşı şiddet ve tecâvüz de dâhil- bütün pis işlerin tek kaynağı olarak korucuların gösterilmesini, hiç de gerçekçi bulmadım..

Devlet kötü, onun yardakçıları olan ve halkına ihanet içinde olan korucular zaten birer pislik; buna karşın, PKK’nin köydeki ve kentteki işbirlikçilerinin tümünün sütten çıkma ak kaşık tasviri de hâkeza..

Şimdi yönetmen bana dönüp de, “Ben olaya Kürtlerin tarafından ve kendi bakış açımdan yaklaşıyorum.. N’olmuş yani?” derse eğer, ben de ona sadece “He vallah gardaş, sen de haklısın” derim.. Yalnız şunu iyi bilmek gerekir ki haklı olmak âdil olmak değildir.. Doğru ve değerli olan da, haklı olmaktan ziyâde, adâletle davranmadır..

[ Numan Serteli ]

Rango 

Yönetmen: Gore Verbinski

Senaryo: James Ward Byrkit, John Logan, Gore Verbinski

Orijinal Seslendirme: Johnny Depp, Alfred Molina, Timothy Olyphant, Abigail Breslin, Bill Nighy

Yapım: 2011, ABD, 107 dk.

Karayip Korsanları serisi ile büyük başarı yakalayan yönetmen Gore Verbinski ve Johnny Depp, bu sefer bir animasyona hayat vermek üzere bir araya geldiler. Seslendirme açısından önemli bir oyuncu kadrosuna sahip olmasının yanında, Gore Verbinski‘nin seslendirme stüdyosunu tiyatro sahnesine çevirmesi, oyuncuların seslendirirken karakterleri olabildiğince canlandırması ve performanslarını hem keyifli hem de üst seviyede tutması sinemanın mutfağına da meraklı izleyiciler için ilginç bir ayrıntı. Bunu görebileceğiniz kısa bir kamera arkası klibini linke tıklayarak izleyebilirsiniz. Steve Martin, Chevy Chase ve Martin Short‘un harikalar yarattığı ¡Three Amigos! (1986)‘u oldukça hatırlatan filmin konusuna gelince:

Rango kazara kendini gözüpek, eşkıyaların ve kanunsuzların olduğu, nüfusunu çölün en sahtekar ve üçkâğıtçı yaratıklarının oluşturduğu Toprak kasabasında bulunca, pek de cesur olmayan bu kertenkele dikkat çektiğini fark eder. Kasabanın uzun süredir beklemekte olduğu umudu olarak sevinçle karşılanan Şerif Rango, yeni rolünü her şeyiyle oynamaya mecbur kalır… Ta ki kendini aksiyon dolu durumlarda bulup, korkunç karakterlerle karşılaşana kadar. Rango, eskiden numarasını yaparken şimdi kahraman olmaya başlamıştır.

Sokak Dansı 3D
Step Up 3D
 

Yönetmen: Jon Chu

Senaryo: Amy Andelson, Emily Meyer

Oyuncular: Rick Malambri, Adam G. Sevani, Sharni Vinson, Alyson Stoner, Keith Stallworth, Kendra Andrews

Yapım: 2010, ABD, 107 dk.

Sokak Dansı 3D, Benimle Dans Et (Step Up, 2006) ile başlayan ve Sokak Dansı (Step Up 2: The Streets, 2008)  ile devam eden üçlemenin son halkası. Adından da anlayacağınız üzere üçlemenin 3D çekilen ilk filmi. Luke (Rick Malambri) ve Natalie’nin (Sharni Vinson) de üyesi olduğu bir grup sokak dansçısı, yanlarına çaylak üniversite öğrencisi Moose (Adam G. Sevani)’yi de  alarak dünya hip hop şampiyonları ile karşılaşacakları müsabakaya katılırlar. Luke’un ailesinin miras problemleri, Moose’un eğitimi ile dansı aynı anda yürütme mücadelesi ve Natalie’nin içine düştüğü aşk ikileminden ibaret bir dramatik çatısı var filmin özetle.

Son dönem dans filmlerinden tek bir farkı var Sokak Dansı 3D’nin: Dans sahnelerini üç boyutu olarak izliyorsunuz. Zaten filmin büyük kısmı da dans sahnelerinden oluşuyor. Dediğim gibi arada aşktır, ailedir, vesairedir girip çıkıyor, ama bunlar yan motif bile olamıyor çoğu zaman. Sonuçta, karşımızda bir Grease (1978), Cumartesi Gecesi Ateşi (Saturday Night Fever, 1977) ya da ne bileyim bir İlk Aşk, İlk Dans (Dirty Dancing, 1987) seviyesinde bir film yok. Dans tutkunu ya da bir danssever olarak 3D dans sahnelerini görmek için izleyebilirsiniz…

[ Ercan Dalkılıç ]

Vahşetin Çocukları
Wit licht
 

Yönetmen: Jean van de Velde

Senaryo: Jean van de Velde

Oyuncular: Jacqueline Blom, Marco Borsato, Adrian Galley, Ricky Koole, Frederick Mpuuga, Abby Mukiibi Nkaaga, Sam Okelo

Yapım: 2008, Hollanda, 115 dk.

Karısının ölümünü atlatamayan Hollandalı bir aşçı, oğlunun en iyi arkadaşı isyancı gerillalar tarafından kaçırılınca onu bulmak için Afrika’nın derinliklerinde doğru çok tehlikeli bir yolculuğa çıkar… Sırf bu özet konuya bakılınca bile  inandırıcılık sorunları olan bir film Vahşetin Çocukları. Savaş çocukları gibi ciddi bir konuyu kahraman bir aşçının maceraları konseptinin dışına çıkarmak için gösterdiği çaba ise ucuz dramatizasyonla sonuçlanıyor maalesef. Meseleye bakışı ve söyleminde de mebzul miktarda sakatlıklar bulunuyor. Yüzyıllarca beyazlar tarafından sömürülen, toplumsal yapısı alt üst edilen, ekonomik yönden kârlı olmadığı anlaşılınca fiili yönetimi terk edilen, ama doğal kaynakları üzerindeki hakimiyetten vaz geçilmeyen Afrika’da vahşi ve çılgın generallerin yarattığı bir kötülükten bahsediyor. Evet, gazeteci kılığında gerillaların çıkardığı altından istifade eden ya da bu altınlar karşılığında silah temin eden “pis” beyazlar da gösteriliyor, ama sonuçta tarihsel perspektifi aktarma görevinin filmin kötü adamı olan General Obeke’ye kalması da can sıkıcı. Sonuçta bir Amerikan prodüksiyonu olsa bile, Kanlı Elmas (Blood Diamond, 2006) filmi çok daha sağlam bir zeminde dolaşıyordu.

Amerika’da gösterilirken yeniden kurgulandığı için Hollanda’nın Oscar aday adayı olma şansını Winter in Wartime (Oorlogswinter, 2008)’a kaptıran bu film, kendimizle meşgul olduğumuz gündelik hayata (orijinal isminin ifade ettiğinin aksine) kara bir ışık tutmasıyla mazur görülebilir. Ben zaten “sanatseverlik”ten sıyrılmaya yönelik bir açıdan bakmaya çoktan hazırım. Hiçbir filmin oturduğumuz koltuğu bir çivili yatağa çevirmeye gücünün yetmediğinin farkında olsam bile…

[ Deniz Akhan ]

 


[poll id=”140″]

İlginizi çekebilir...

Basın Bülteni

“Herkes için Adalet” ilkesiyle 14. kez sinemaseverlerle buluşacak olan Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen, Pınar Altuğ Atacan...

Advertisement

tersninja.com (2008-2022)

  • Bizi takip et